Kör Baykuş, YKY tarafından “Ölmeden Önce
Okumanız Gereken 1001 Kitap’tan Biri” etiketiyle yayımlanmış kısa bir roman. Modern İran Edebiyatı’nın en önemli ismi olan Sadık Hidayet’in karanlık ve karmaşık olarak niteleyebileceğimiz bu yapıtı Behçet
Necatigil tarafından Türkçe’ye kazandırılmış. Hemen
belirteyim, normalde bloğa yazmadan önce kafamda bir taslak oluştururum, ama Kör
Baykuş mekândan, zamandan ve- çoğu kez-olaylardan kopuk, aynı zamanda ağır bir bunalımın
yansıması olduğu için ne kadar denesem de zihnimde bu tarz bir yazı iskeleti
oluşturamadım. Bu sebeple, deneyelim görelim demek istiyorum.
![]() |
Kör Baykuş, Bûf-i Kûr |
Kitap, yüreğinde acılar hisseden, hem ruhi hem de fiziki olarak hastalıkla boğuşan bir kişinin ağır, üzücü, yorucu ve bazen de korkutucu düşüncelerini aktaran bir roman. Ancak bence Sadık Hidayet’in yaşam öyküsü bilinmeden okunduğunda hep eksik anlaşılacak bir eser.
Hidayet 1903’te Tahran’da
üst sınıf bir aileye doğar. Yurtdışında eğitim görür. Bir süre Paris’te, bir
süre Hindistan’da, bir süre de İran’da yaşar. Hayatından ve okuduğum eserden de
anladığım kadarıyla, Hidayet kendisini hiçbir yere konumlandıramamış bir kişi.
Evet, Batı kültürü ile yoğrulmuş, Batı edebiyatından hoşlanıyor (Maupassant,
Çehov, Kafka, Rilke) ve Batı müziği dinliyor (çoğunlukla Tchaikovsky ve Beethoven). Hatta edebi eserleri
dolayısıyla da kendisine Doğu’nun Kafka’sı deniyor. Ancak nasıl Doğu’daki Batı ya da Batı’daki Doğu içinde bir karmaşayı barındırıyorsa, Hidayet de
bu ikilemi içinde taşıyor. Bu bakımdan Kör Baykuş’taki bazı söylemler Sadık
Hidayet’in bu iç karmaşasını yansıtır nitelikte: “...Birisiyle konuşsam, bir şey yapsam, türlü konularda söze karışsam
gönlüm başka yerde oluyordu, aklım başka yerde, ve ayıplıyordum kendimi.
Dağılan, çözülen bir kitleydim ben. Sanki ben hep böyleydim, böyle de
kalacağım: acayip, biçimsiz bir karışım…”
Kişisel sorunlarının
yanında, Hidayet’in kendi hayatının çözülmesi ve dağılmasında yine bu
karmaşanın izlerini görürüz. İran’daki monarşiyi de dini elitleri de yine
modernist bir bakış açısıyla eleştirir.* Hayatı boyunca bu iki sınıf- ya da
kurumu- İran halkının cahil ve “kör” kalmasının en önemli sebepleri olarak
görür. Ona göre bu körlük, ülkedeki sorunların temel sebebidir. Bu
sosyo-politik ve biraz da kişisel sebepler Hidayet’i o kadar kemirir ki, yazar
sonunda hayatın acılarına katlanamaz. Paris’te havagazlı bir daire kiralar. Eve
oksijen girebilecek her türlü boşluğu kapatır ve intihar eder. Ertesi gün bir
arkadaşı tarafından, yakılmış müsveddeleri ile birlikte bulunur.
![]() |
Sadık Hidayet, 1903-1951 |
Kör Baykuş’u, eser
kurmaca da olsa, Hidayet’in depresyonunun bir parçası olarak görme eğiliminde olduğumdan,
romanın içindeki melankoli, karmaşa ve karanlığa bir o kadar üzüldüm. Sanıyorum,
herkes de bu şekilde okuyor olacak ki kitabın sonunda Hidayet’in dostu Bozorg
Alevi’nin yazdığı bir Hidayet biyografisinde Alevi; Kör Baykuş’taki bazı
düşüncelerin-örneğin öldürme isteği- yazara ait olduğu düşüncesini tersine
çevirmek istercesine Hidayet’in insan ve hayvan sevgisinin altını çizmiştir.
Aynı şekilde, kitap o kadar “ağır”dır ki, arkadaşı Hidayet’in
ne kadar şakacı olduğuna atıfta bulunmuştur. Ancak bu uğraşıya rağmen yazısının
sonunda yaptığı tanımlama ve açıklamalar, Kör Baykuş'un aslında Hidayet’in geçirdiği bunalımı
anlattığını kabul etmektedir: “Bu roman,
daha çok, sessizce katlanılan bir acının ifadesidir; kendisinin çektiği, onunla
beraber hisseden ve terörün susturduğu diğerlerinin çektikleri acıların
ifadesi.”
Yazımın sonuna gelirken, üç noktanın altını çizmek istiyorum. Birincisi; mekanların, zamanların, hatta insanların birbiri içine geçtiği bu metaforik eseri özetlemek çok da kolay bir iş değil. Bu sebeple kuvvetle muhtemel yazıyı bitirdiğinizde aklınızda hala Kör Baykuş ile ilgili çok da
bir şey oluşmamış olacak. Ancak belirtmeliyim ki, kitabı alıp okuduktan sonra bunun neden böyle olduğunu da anlayacaksınız. İkincisi, kitap kapaktaki etiketinin hakkını gerçekten veriyor. Bence de ölmeden önce okunması gereken eserlerden biri. Fakat naçizane tavsiyem, kötü
bir ruh halindeyken okumayın. (Hayatı zorlaştırmanın bir anlamı yok değil mi?)Üçüncü noktam ise
aslında bir parantez, Behçet Necatigil’in güzel çevirisi için açma ihtiyacı
hissettiğim. Necatigil bu eseri akıcı bir biçimde Türkçe’ye kazandırmakla
kalmamış, ayrıca yazdığı önsözle de İran Edebiyatı üzerine adeta bir ders
vermiş. Bu vesile ile kendisini de anmış olalım.
*Hidayet'in eserlerinin İran'da basılıp satılması halen yasak.
Son söz: Sadık Hidayet üzgün olduğunda Tchaikovsky’nin Andante Cantabile'sini ıslıkla çalarmış... Kendisine uygun bir biçimde bitirmiş olalım.
0 yorum :
Yorum Gönder