30 Eylül, 2012

 
 
"Birçok şeylere ihtiyacımızı ancak onları görüp tanıdıktan sonra keşfetmez miyiz?.."
....
"Hayatın bundan ibaret olduğunu zannettiren bilgisizliğimin yerini şimdi, dünyada başka türlü de yaşanabileceğini bir kere öğrenmiş olmanın azabı tutuyordu."
....
"Sadece müteessirdim. 'Bunun böyle olmaması lazımdı.' diyordum."
...
"Bizim mantığımızla hayatın mantığı asla birbirine uymuyordu."

Bu defa riskli bir işe kalkışıyor gibi hissediyorum kendimi; çünkü benim için kutsal niteliktedir "Kürk Mantolu Madonna". Biliyorum, ne yazarsam yazayım eksik olacak ve haksızlık etmiş olacağım kitaba. Ama yine de yazmayı seçtim.

"En tahammül edemeyeceğim şey merhamettir..."

Bu kitabın çok özel olması ve içinde kendimden çok şey bulmam için birçok nedenim var. Öncelikle “Sen Allah’ın bana vermeyi unuttuğu kardeşimsin bence.” yazılı bir notla hediye edilmişti bana. Ve her okuduğumda (kaybolduğumda, bunaldığımda, ürktüğümde, saklandığımda) tekrar tekrar anladım ki, ben aslında hem Raif’tim hem Kürk Mantolu Madonna. Hem onlarınki kadar büyük bir sevgiye özeniyordum ve böyle bir sevgiyi bekliyordum hem de artık bazı şeyler kolay olsun, herkesinki gibi olsun istiyordum. Tabii ki sadece bu değil; içimde hep hissettiğim ama kelimelerle şekil alamamış birçok cümle vardı bu kitapta, yaşadığımız dünyaya ve o dünyanın insanlarına dair... Sadece bir aşk kitabı değildi bu, hayatımın cümlelerinin yazılı olduğu, okurken kendime sürekli “yalnız değilim işte” dedirten bir kitaptı.

Gerçekten anlayabilen, gerçekten düşünebilen, gerçekten hissedebilen ve ‘basit insanlarda olduğu gibi, kederden sevince, heyecandan sükûnete kolayca geçemeyen’ derinlikli kişilerin anlayabileceği bir kitap olarak görüyorum Kürk Mantolu Madonna’yı. ‘Her şeyin her şeyi olduğu gibi kabul ettiği’ bir dünyada Nietzsche’nin tabiriyle “sığ zihinli olan” bir kişi okuyunca bir aşk romanı olarak yorumlayabilir ki bu da kitaba yapılacak en büyük hakaretlerden biridir.
İnsanın tahammül edemeyeceğini zannettiği şeylere pek de çabuk alışıp katlanabileceğini söylüyor Raif, bunun böyle olmaması lazımdı, diyor ama ekliyor: “Demek böyle olması icap ediyormuş.” Kaderci düşünmenin bazen insanı rahatlattığına, hatta delirmenin eşiğinden döndürdüğüne inanan ben, Raif’in bu cümlesiyle rahatlıyorum. Biz bilmesek de her şeyin bir nedeni  varmış ya hani... Ama yine aynı Raif, oldukça gerçekçi bir bakış açısıyla hayatta hiçbir zaman kafamızdaki kadar harikulade şeyler olmayacağını da söylüyor. Geç tanıştığımız, ama varlığını sevip hayatımızın merkezine aldığımız; bizim için artık var ve vazgeçilemez olan; bu yüzden de sonsuza kadar var olacağını sandığımız  şeylerin bir sonu olabileceğini hatırlatıyor. Sebepsizce gelen iç sıkıntısının geldiği gibi yine sebepsizce gideceğine inanan ben, içeriği farklı ve iç sıkıntısına görece çok ağır olsa da, Raif’in “Bir imkân, mevcudiyetine ihtimal bile vermeye cesaret edemediğim bir imkân, boş ve manasız akıp giden ömrümün yanına kadar sokulmuş ve sonra, birdenbire, geldiği kadar ani ve sebepsiz, çekilip gitmişti.” cümlesini çok iyi anlayabiliyordum. Boş ve manasız akıp giden bir ömrün yanına kadar sokulan imkânın yarattığı umut hala ayaktayken, o imkân çekip gidince geriye kalanlarla devam edebilmek için nasıl bir mücadele gerektiğini görüyordum Raif'in cümlelerinde. Özendiğim aşkı o kadar güzel anlatıyordu ki “Bir insanın bir diğer insanı, hemen hemen hiçbir şey yapmadan, bu kadar mesut etmesi nasıl mümkün olabiliyordu? Bu yaşıma kadar mevcudiyetinden bile haberim olmayan bir insanın vücudu birdenbire benim için nasıl bir ihtiyaç olabilirdi?” diye sorarken.

Kürk Mantolu Madonna’nın mevcudiyetiydi o… 'Boğulacak kadar yalnız, hasta bir köpek kadar yalnız, erkeklerin küstahça gururlarından tiksinen, hiçbir şeyi kendini erkeklere beğendirmek için öğrenmemiş olan' Maria’nın mevcudiyeti… Maria kendisinin, benim kendim için hep söylediğim gibi, ‘dünyadan ziyade kendi kafasının içinde yaşadığını’ söylüyordu. Ve aslolanın yalnızlık olduğunu… Ona göre insanlar ‘sadece belirli bir seviyeye kadar birbirlerine sokulabilirler ve gerisini uydururlar. Kürk Mantolu Madonna’ya göre “Sevmek ve hoşlanmak başka, istemek, bütün ruhuyla, bütün vücuduyla, her şeyiyle istemek başka”ydı ve aşk, işte bu istemekti. Aşkın büyüklüğü daha iyi nasıl anlatılabilirdi ki? Birine “Seni seviyorum… Deli gibi değil, gayet aklı başında olarak seviyorum.” demenin anlamını kaç kişi biliyordur ki? Diyorum ya, okuduklarım o kadar 'ben' ki, hem Raif hem Maria yukarıda bahsettiğim "yalnız değilim işte"leri söyletiyordu bana.


Raif’le Maria ilişkisinin, Raif’in “Ve bir gün her şey bitti.” cümlesinde anlattığı gibi basit ve net bir şekilde bitişi, hiç bitmeyecek sanılan, var zannedilen şeylerin bir anda yok olması ve bilinmeyen, sonradan öğrenilen, ağlatan gerçekler… Her sıkıldığımda, ruhum her bunaldığında elime aldığım "Kürk Mantolu Madonna"m ve onun hayatı sorgulatan soruları…Bitirirken ben de soruyorum: “Ben neyim? Ruhum, bir ağaç kurdu gibi beni kemirmekten başka ne yapıyor?”


26 Eylül, 2012

Beğenmeyen Okumasın ekibi, Zorba ve Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği'nden sonra Nietzsche Ağladığında buluşmasını gerçekleştirdi! Kitapla ilgili çok farklı yorumlar yapsak da, sanırım ortak paydamız şuydu: 19. yüzyılda Viyana güzel bir yerdi!

Not 1: Grubun bir diğer üyesi Aysun Kıran Londra'ya doktora yapmaya gittiğinden, toplantılarımıza katılamayacak. Ancak umuyorum ki, yazılarına devam edecek. Başarılar diliyoruz. 

Not 2: Bu fotoğrafın çekildiği yer, pilavdan karınca çıkınca "karınca yürüyen bir hayvandır" diyerek geçiştiren, çay istediğimizde "bu saat oldu demleyemeyiz" diyen Klemuri'dir.

Not 3: Gözde'nin elindeki Kindle'dır. 




 Bir Adım - Bir Nefes- Bir İş

 Size bahsetmek istediğim kitap, aslında bir çocuk kitabı olarak geçen ama bana sorarsanız hepimiz için yazılmış olan Momo. Momo'nun yazarı Dilek Şurubu ve Bitmeyecek Öykü'nün de sahibi olan Michael Ende. Kabalcı Yayınları tarafından basılmış ve Leman Çalışkan tarafından Türkçe'ye çevrilmiş.

Kitap neresi ya da ne zaman olduğu bilmediğimiz ama günümüze çok yakın bir zamanda ve çok tanıdık yerlerde geçmektedir. Roman - ya da masal nasıl adlandırmak isterseniz-  Momo adlı küçük bir kızın, Zaman Hırsızı - Duman Adamlar'a karşı verdiği mücadeleyi anlatır. Asıl mesele zamanı tasarruf etmektir ama buradaki zaman tasarrufu öyle sandığımız gibi naif bir kıymet verme değildir.

Momo küçük bir kızdır ama herkeste olmayan çok değerli bir yeteneğe sahiptir. O, dinlemeyi biliyordur. Hem de öyle iyi bir dinleyicidir ki, insanlar onunla konuşurken sorunlarına çözümler bulur, yeni fikirler geliştirir ve rahatlarlar. Hatta Momo'nun yaşadığı yerde  bununla ilgili sorunu olan ya da canı sıkılan insanlara söylenen bir de deyim ortaya çıkmıştır, "Git bir Momo'ya uğra".

Duman Adamlar ise, insanlara gelerek "zamanlarını hiç de iyi kullanmadıklarını", "çok zaman kaybettiklerini", "zamanı biriktirerek sermayelerini arttırabileceklerini" söyleyerek kandırırlar. Ve bunu gerçekleştirmek içinse; "biraz daha hızlı çalışıp gereksiz şeylerin bırakılması, bir müşteri için yarım saat yerine on beş dakika ayrılması, zaman alan sohbetlere dalınmaması, hele değerli zamanı öyle şarkı söylemek, okumak ve sözde dostlarla konuşmak gibi şeylerle ziyan edilmemesi gerektiğini" öğütlerler. İnsanlar bu öğütleri içselleştirir ama asla Duman Adamları hatırlamazlar zaten işin püf noktalarından biri de budur, Zaman Hırsızlarının fark edilmemesi!    Bu durumun tek istisnası ise Momo'dur. Momo Duman Adamları hatırlamakta ve sevdiklerini onlara karşı korumaya çalışmaktadır. Bu da Momo'yu Zaman Hırsızları'nın baş düşmanı haline getirir.

Kitabın aslında ne demek istediğini uzun uzadıya anlatmaya gerek olduğunu düşünmüyorum çünkü derdini çok güzel ve net ifade ediyor. Öyle uzun cümlelerle dolu, şatafatlı bir dili yok; gayet yalın ve akıcı bu açıdan da kitap "zamanınızı çalmıyor" hızlıca akıp gidiyor.

Bana sorarsanız zamanın yetmediğinden şikayet edip duruyorsanız, mutsuz ve asık bir suratla tüm gün etrafta dolaşıyorsanız Momo'yu okumalısınız.




25 Eylül, 2012

Şahane Hatalar, Heather McElhatton,
April Yayıncılık

Bu yaz birkaç günlüğüne yanıma herhangi bir eşya ya da kitap almadan kuzenimin yazlık evine gittiğimde, evde bulunan kitaplardan biriydi "Şahane Hatalar." Normalde çok satan kitaplardan okumak pek tarzım değildir ama bulunduğum her yerde bulduğum kitap/gazete/dergiyi okuma huyundan muzdarip olduğum için, bu kitaba da bir göz atayım dedim. Eskiden yazlıklarda çok eskiden kalma, ciltli, sayfaları küflenmiş Jules Verne ya da John Steinbeck  kitapları bulunur ve bunlar genellikle 10-15 sene önce oraya götürülmüş ve orada unutulmuş kitaplar olurdu, bu bakımdan yazlıkta best-seller okumak benim için oldukça yeni bir kavram. (Şu an düşünüyorum da, gerçekten 1990'lar çocuğu olmak kolay atlatılacak bir şey değil!)


Tabii ki öncelikle kitabın ön ve arka kapağında yazılanları okudum. Arka kapakta, Newsweek "Başroldesiniz, hakkını verin!" diye buyururken, NY Times "Raydan Çıkmaya Hazır mısınız?" diyerek bir maceranın başlangıcını müjdeliyordu. Tüm bunlar aslında şunu anlatmaya çalışıyor: Şahane Hatalar'da kitaba başlıyorsunuz, her bölümde size hayatınızın nasıl devam edeceğiyle ilgili iki seçenek sunuluyor, seçtiğiniz yola göre, kitaba farklı bölümlerden devam ediyorsunuz. Aslında eğlenceli, ama kesinlikle zekice değil. Böyle bir kurguyla güzelce yazılmış bir kitap gerçekten de insanı keyifli bir yolculuğa çıkarabilirdi. Ancak, sanırım ki, yazarın kurgusuna çok güvenerek, kitabın geriye kalan kısmıyla hiç ilgilenmemesi, Şahane Hatalar kitabını vasatın vasatı haline getirmiş. Bu bağlamda demek istediğim, bu kitaba ayıracağınız dakikalarda spor yapın, daha faydalı!

Seçimleriniz sonucunda ulaştığınız finali beğenmiyorsanız baştan başlayabileceğiniz bu kitabın benim için hazırladığı sonu da burada paylaşmak istiyorum. Lisans sonrası akademik kariyeri seçerek (çok yaratıcıyım!) bilim insanı olmaya karar verdim, sonrasında işim ve sevgilim arasında kaldım, işimi seçtim. Bilim insanı kişiliğimle, her türlü ünvandan vazgeçerek insani yardım işleri için Afrika'ya gittim, oradaki bir patlama sonucunda da hayatımı kaybettim. Kısa ve öz bir yaşamım oldu. Bu sonu beğenerek, kitaba yeniden başlamadım, çünkü kitabı benden önce okuyan iki kişiden biri uyuşturucu bağımlısı, bir diğeri de hayat kadını olmuştu... Afrika'da insani yardım işlerinde çalışırken ölmek bana biraz daha anlamlı geldi!

Kısaca, henüz mutlu bir sona kavuşan yok, ama ille de okuyacağım diyorsanız, tabii ki seçim sizin.