Kentsel Dönüşüm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kentsel Dönüşüm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Mart, 2014






“Yüksek binalar, aralarındaki dar sokaklar, sayısız araba, korkunç bir karmaşa… Hepsi birden ortadan kaybolacaklar ve şehir… eski… çok eski günlerine geri dönecekmiş gibi. Tepeler mezarlıklarla, ovalar meyve ağaçlarıyla dolacak, dereler yeniden akacak, ahşap evlerde yangınlar çıkacak, yangın yerlerinde çocuklar top oynayacak… devrim düşleri yeniden kurulacakmış… gibi. Zaman şehrin içinden bir ileri bir geri geçip gidecekmiş gibi.” (Mine Söğüt, Dışına Uzayan Cambazla İçine Kıvrılan Salyangozun Hüzünlü Hikayesi, s.166)


1990’ların ilk yarısında henüz ilkokula giden küçük bir çocukken ben, yazları “şehirlerarası” bir otobüse binip Silivri’nin biraz ötesindeki yazlığımıza giderdik topluca. Öyle bir dönemdi ki, otobüslerde buram buram sigara içilirdi, muavinler Mercedes O 303’lerin kapılarından sarkıp bağırarak yolun kenarından  yolcu toplamaya çalışırlardı. Her yolculukta yanımdaki kişi değişirdi, kimi zaman anne, çoğunlukla okul biter bitmez beni yanına katan teyze, bazen kuzen, kimi zaman da 1918 doğumlu dede. Hiç unutmam, bir keresinde, çok sıkıldığımdan olacak, bir süre boşluk bir araziden geçerken “neredeyiz” diye sorduğumda dedem, bana bakıp, “daha var Haramidere’deyiz” demişti. Uzunca boşluğa ve yeşilimsi sarı olan düzlüğe bakıp, “Haramidere ne ki dede” dediğimde, dedem, “burada bir dere var, haramilerin yaşadığı bir yer, yaramazlık yapan çocukları da otobüslerden alıp götürüyorlar” demişti. Dedem 2003 yılından beri yok ve çocuklara güzel haber; Haramidere’deki “harami”lerin yerinde de artık toplu konutlar ve alışveriş merkezleri var.


2013 yılında İletişim Yayınları’ndan çıkan Milyonluk Manzara kitabının önsözünde Tanıl Bora, kentsel dönüşüm meselesinin “buralar hep dutluktu” nostaljisinden arındırılarak çalışılması gerektiğini söylüyor. Aslında çok da haklı: Hayattaki diğer her şey gibi kentler de dönüşüyor, genişliyor, ölüyor ya da diriliyor. Ama söz konusu İstanbul olduğunda, bir 90’lar çocuğu olarak benim bile birden fazla “dutluğumun” olması, içinde bulunduğumuz hızlı dönüşümün iyi bir göstergesi. Zaten Bora da kabul ediyor bu durumun olağandışılığını. Güncel kentsel dönüşüm kavramının, imar ve inşa döneminin, alışılagelenin dışında bir kapsamı olduğunun altını çiziyor.  Ve yine benim çocukluğuma dönersek, mesele artık İstanbul’un çeperlerinin yapılaşmasından çok daha çetrefilli. Yani tartıştığımız Haramidere değil; Tarlabaşı ve Taksim gibi kentin merkezindeki yerler… Halkların sürülüp milyon dolarlık tarihimsi ev projelerinin yapıldığı, ideolojik özellikleri dolayısıyla çeşitli mahallelerin dönüşüm adı altında dağıtılmaya çalışıldığı ve kent merkezindeki tek ve son yeşil alanın yok edilip yerine kışla görünümlü bir alışveriş merkezinin kondurulması rüyasının siyasilerin ve siyasi sarmala tutunmuş müteahhitlerin iştahını kabarttığı çok katmanlı sosyal ve siyasi bir mesele… Kentsel dönüşüm şu haliyle, yapısaldan ziyade bir toplum mühendisliği sorunu: Veli Göçer’den Ali Ağaoğlu’na giden yolun acıklı hikâyesi.

Nar Photos 


Milyonluk Manzara, içeriği dolayısıyla biraz karmaşık ama bu hikâyeyi farklı yönleriyle, Nar Photos’un çektiği başarılı fotoğraflarla ve çeşitli yazım biçimleriyle göstermeye çalışan bir kitap. Bora’nın deyimiyle eklektik bir eser, içinde akademik makaleler de, kentsel dönüşüme ait küçük öyküler de, denemeler de var… Hepsi kentsel dönüşümün ayrı bir yerinden tutmaya çalışıyor: Modernizm, mimari, neoliberalizm, sınıf farklılıkları, etnisite, tüketim, mekânsal ayrım, mutenalaştırma vb. Ancak sonuç olarak vardıkları nokta aşağı yukarı aynı şey oluyor: Kentlerimiz (sadece İstanbul da değil, güzel bir Ankara yorumu da görebilirsiniz) hızlı bir biçimde betonlaşıyor, değişim insani bir yaklaşımdan kesinlikle uzak ve kentsel dönüşüm süreci şu anki haliyle, olması gereken “depreme hazırlık” safhasıyla bağlarını tamamen koparmış durumda.

Birikim Dergisi, Sayı 270 "İnşaat Ya Resulullah"

Peki betonlaşma dışında dikkatimizi çeken noktalar neler? Sosyal bilimci gözüyle birkaç fikre temas etmek istiyorum...

  •     Kentsel dönüşüm hiçbir zaman çok katlı yüksek binaların oluşmasından ibaret değil. Bu süreç beraberinde belirli bir yaşam tarzını da empoze ediyor; kapitalist tüketim çılgınlığını pompalıyor:

“Her dönüşümün altında, bu tüketim alışkanlıklarındaki kavileştirme ve şişirme ile beraber, dönüştürülenlerin ciddi bir banka kredi sistemine sokulması kaydedilebilir. Çift bir borçlanma süreci söz konusudur: Hem daire sahibi olmak için hem de modern bir tüketici olmak için. Bu bağlamda kentsel dönüşüm bir nevi sosyal mühendisliğe benziyor. Toplu konuta geçmeye paralel olarak yeni bir hayat tarzına bir geçiş meydana gelir, zoraki bir şekilde.” (Jean-François Perouse, Kentsel Dönüşümün Yaygınlaştırılması ya da Suskun Çoğunluğun Zaferi, s.53.)

Gerçekten de, şehir merkezinden görece uzakta site içinde yaşayan insanların en büyük sosyalleşme araçlarının yakınlarındaki alışveriş merkezi ve orada bulunan Starbucks Coffee olmasını hüzünlü bir tesadüf olarak tanımlayamayız.

  •        İktidarın yıkım kararı aldığı bölgelerin, bilinçli seçimleri yansıttığı ve siyaseten sorun olarak gördüğü yerleşim yerlerini “halletme” derdinde olduğu:
"Yıkım haritalarında göze batan yer seçimleri, sınıfsal ve politik tercihleri ortaya koyuyor: Ne alt-orta tabakaların ne de sağ diye bilinen yelpazenin birer cm üzerine kayıyor yıkımın yer seçimleri.” (İhsan Bilgin, Kentsel Dönüşümün Doğası; Akış mı Zorlama mı?, s.22)

Okmeydanı, Gazi Mahallesi, Sulukule için ortaya çıkan dönüşüm projeleri, bu gözle bakıldığında daha da büyük bir resme işaret ediyor.

Nar Photos


  •        Sadece sınıfsal ayrımlar değil, mekânsal ayrımlar da keskinleşiyor... 
Örneğin, Pınar Öğünç yazısında şu sıralar çok revaçta olan Bomonti’den bahsediyor. Anthill gibi lüks konut projelerinin yapıldığı bir bölge burası. Öğünç, gazeteci kimliğini de gizleyerek, oradan bir ev kiralamak istermiş gibi emlakçıyla görüşüyor. Yolun karşısı Paşa Mahallesi, çoğunluğu tapusuz evlerden oluşan gecekondudan bozma bir yerleşim alanı.  

“Koridorlardan kart okutarak geçerken “Peki karşı taraf…” demekle sorulmamış sorunun cevabını veriyorlar hemen… Tam bu cümle kurulmasa da, tam şunu anlamamız isteniyor: Merak etmeyin ‘karşıdan’ hiç kimse bu binaya giremez.” (Pınar Öğünç, Takdir Edersiniz ki bir Milyon Dolar Veren Kimse Bu Manzaraya Bakmak İstemez, s. 131)

Bir taraftan üst sınıfların steril güvenli yaşamlarının idamesini sağlarken, diğer taraftan karşıdan “bu” tarafa geçemeyecek insanların hiç orada olmamasına da son hızla çalışır devlet ve sermaye.

“Birkaç temel sorunun ardından ‘karşı taraf’ meselesini açınca, her şeyi toparlayan o cümleyi söylüyor bir kadın görevli: ‘Takdir edersiniz ki bir milyon dolar veren hiç kimse bu manzaraya bakmak istemez. O kısım çözülecek.’ İster mi?” (Öğünç, s.131)

Bomonti 

Hakan Bıçakçı da “Mağaza Devri”nde güzelce anlatıyor bu durumun bir başka versiyonunu. Bir semtin sakini olan öykünün başkarakteri, mutenalaştırma (gentrification) süreciyle  öykünün sonunda, o semtte daha fazla kalamadığı için başka yere yerleşmiş, o semtteki lüks restoranda garsonluk yapmış ancak iş dönüşü o semtteki lüks mağazadan istediği şeyi bile alacak bir haftalığa sahip olamamıştır. Semt ismi verilmese de aslında klasik bir Cihangir öyküsü olarak da adlandırabiliriz. Birkaç sene sonra kuvvetle muhtemel bir Tarlabaşı hikâyesi de olacaktır diye düşünüyorum.

Yeni Tarlabaşı, gelecektir, berekettir, tarihtir, umuttur... ?


Aslında hem kentsel dönüşümün özünde hem de kitabın içeriğinde, bunun gibi işaret edilecek çok fazla sosyal ve de ekolojik olgu var. Ve bahsedebildiğimden çok daha fazla yazar ve yazı var kitapta... Hepsine değinmem imkansız... Bu konunun sosyal hatlarına değinmeye çalışırken de, çevresel kısmını göz ardı ettiğim sanılmasın... Üçüncü köprü, üçüncü havalimanı, 1453 gibi projelerin yarattığı çevre tahribatının bence ayrıca bir yazıyla uzun uzadıya tartışılması gerekiyor. Ama meselenin hem ekolojik hem sosyolojik olguları Haydar Ergülenli bir bitişi hakediyor:

“Unutmak mı, hayır, asla! İstanbul sana yapılanları unutma!” (Tebdil-i Mekanda İktidar Vardır: Devrim, Direniş, Taksim, s.214.)  


Kesmedi değil mi? 

Hadi o zaman… Youtube yasaklanmadan... 


07 Ekim, 2013


İstanbul'un kurtuluşu için şehirle ilgili bir yazı yazmak istedim. Gezi olaylarıyla Türkiye'de herkesin gündemine giren kentsel dönüşüm, yaşadığı şehre karşı duyarlı olan insanların öncesinden de farkında olduğu ve tartıştığı bir konuydu. Tarlabaşı, Sulukule ıslahı gibi tepeden inme ve yaşayan insanların hayatını gözetmeyen, inşaat odaklı projeler; tarihi eserlere rağmen yapılan Marmaray ya da Four Seasons Sultanahmet çalışmaları gibi konular kısıtlı bir çevrede de olsa ses getirmişti. Çağımızdaki projelerden haberdardık ama İstanbul gibi organik, yaşayan bir şehrin geçmişinde neler olmuştu? Konuya ilgi duyanların kulağına çalınan Adnan Menderes'in yol yapımı için kilisenin bir kısmını kesmesi ve yola katması, Karaköy camisinin sökülerek Adalar'a götürülürken kaybedilmesi gibi hikayelerin aslı astarı neydi? Saymakla bitirilemeyecek bir çok konu hakkında detay öğrenmek istiyordum. Bu nedenle Murat Gül'ün kitabını görünce ben de kendi adıma çok sevinmiştim. Sonunda İstanbul'a dair derli toplu ve siyasi konjonktörü de içine alan bir eser okuyabilecektim. Kitap, aslında mimarlık ve şehir tarihçisi Murat Gül'ün ingilizce olarak yazdığı akademik eserinin Türkçeleştirilmiş hali. Bu akademik özelliği sebebiyle de araştırma bulguları ve konuya dair eserler kapsamlı bir şekilde belirtilmiş. Meraklılar ve daha da derine inmek isteyenler, kendilerine bir okuma listesi oluşturabilirler.

Kitabın akışı tarihsel olarak ilerliyor ve ana olarak altı bölüme ayrılıyor. Geç Osmanlı dönemi oluşturan ilk iki bölüm: Klasik Osmanlı'dan başlayan Gerileme dönemiden Kırım savaşına kadar uzanan dönem ve Kırım savaşından Birinci Dünya Savaşı arası. Erken Cumhuriyet dönemine ait iki bölüm: Ankara'nın gölgesinde kalan 1923-1933 dönemi ve İstanbul'un Kemalist yapılanmasının anlatıldığı 1933-1950. Son kısımsa Demokrat Parti dönemi: ilk dönem 1950-1955 ve Adnan Menderes'in yoğun bir yapılanma başlattığı 1956-1960. Osmanlı dönemi genel olarak sultanların, hanedan üyelerinin ve yüksek rütbeli tebaanın yaptırdığı cami ve külliye yapılanması olarak ilerlemiş. Diğer önemli yapılanma ise çarşılar olarak gelişmiş. Yerleşim yerleriyle ilgili ciddi bir düzenleme yapılmamış. Planlama eksikliği nedeniyle dar ve çıkmazı bol sokaklar, sıkça yaşanan yangınlarda yıkılmış ve buna rağmen tekrar aynı çarpıklıkla yapılmış. Şehir iade makamı eksik olduğundan farklı konulara farklı memurlar bakıyormuş.

İstanbul mimarisiyle ilgili ciddi anlamda ilk değişiklikler Osmanlı'nın Avrupa'ya karşı ağır yenilgiler almaya başladığı 18. Yüzyıl başlarında yaşanmaya başlamış. Avrupalı devletler ile ekonomik ilişkilerin artması imarda da modern gereklilikleri beraberinde getirmiş. Bu dönemde hazırlanan çalışmalardan ilk ciddi öneri Moltke'nin imzasının olduğu düşünülen 1839 İmar Yönetmeliği. Bu yönetmelik 1856'da uygulanmaya başlar ve 1866'da yollar genişletilmeye başlanır. 1853-1856 arasında yaşanan Kırım Savaşı'nın İstanbul üzerinde ciddi etkileri olmuş. Kentte yaşayanlar ilk defa İngiliz ve Fransız birlikleri ile irtibat fırsatı yaratmıştı. Bu durum ticaret, ulaşım vs gibi alanlarda gelişmeyle sur içi ile Galata-Pera arasındaki farkın belirginleşmesine sebep olmuştu. Vapur, tramvay ve tünel hatları ile ulaşım gelişmişti. II. Abdülhamit döneminde imparatorlukta yaşanan toprak kayıpları ile göç ve İstanbul'un nüfusu artmış. Ayrıca siyasi istikrar için siyasal İslam'ın desteklenmesi de şehrin mimarisinin İslam canlandırmacılığı etkisiyle gelişmesine yol açmış. Sirkeci Tren Garı ve şu anda İstanbul (Erkek) Lisesi olan Duyun-u Umumiye bu akımın en önemli örnekleri olarak karşımıza çıkıyor. Birinci Dünya Savaşı sonrası Osmanlı'nın yıkılması ve milli mücadele hareketinin başarısı İstanbul'un kaderini de değiştirdi. Cumhuriyet yeni bir devlet kurmanın devrimci gerekliliği nedeniyle geçmişe ait İstanbul yerine geleceği şekillendirece üzerine odaklanır.

1933'e kadar mimari gelişmenin odağı yeni başkent olur. 1933 sonrası dönemde İstanbul için düzenlenen imar yarışmasını Henri Prost kazanır ve yeni bir dönem başlar. Topçu Kışlası'nın yıkılarak yerine Gezi Parkı'nın yapılması da rekreasyon alanlarını önemseyen Prost'un planıydı. Devletin seküler ve modernleşmeci reformlarına uyum göstermesi itibariyle İstanbul için yeni bir başlangıç ifade ediyordu. Kamusal mimaride bu gelişmeler devam ederken yerleşim alanlarında farklı dinamikler yaşanıyordu. Her ne kadar katılınmasa da İkinci Dünya Savaşı nedeniyle devlet bütçesindeki kısıtlamalar, köy enstitülerini ve devlet politikası olan köycülüğü olumsuz etkiliyordu. Tarımın da makineleşmesi ile köylerde yaşanan ekonomik sıkıntılar, büyük göç hareketlerine sebep olduğundan İstanbul'da bu göçleri dikkate alan bir planlama yapılmadığından gecekondu sorunun ortaya çıkmasına neden olmuştu. Bu dönem iktidara gelen DP, İstanbul için yeni bir dönemin başlangıcını yapacaktı. Menderes dönemindeki hızlı ve plansız ekonomik büyüme, hızlı kentleşmeyle sonuçlanırken İstanbul yeniden ilgi odağı haline geldi. Yazarın da belirttiği gibi "Ankara Türkiye'nin bürokratik, milli, planlı ve seküler yüzünü resmederken İstanbul ülkenin kozmopolit, doğal, dini ve dünyaya dönük yüzünü oluşturuyordu". DP'nin asıl imar planı, ekonomik sorunlarla uğraşılmaya başladığında gündeme gelir. Şehri farklı alanlara bölen bulvarlar Menderes'in imar planının belkemiğini oluşturur. Her ne kadar Osmanlı sempatizanı bir politika izlense de bu yolların yapımı sırasında bazı Osmanlı eserleri yıkılır. Kennedy Caddesi'nin yapılması ile kent görünümü toptan değişir. Ana bir plan eksikliği ile İstanbul silüeti kısım kısım değiştirilmeye devam eder. İstanbul'un bugünde yaşadığı ana problem olarak hiçbir planlama olmadan kendi kendini yenilemeye devam etmesi olarak gözüküyor. Kısa dönemli kazanç ve rant hedefleriyle şekillendirilmiş şehirlerdeki trafik, rekreasyon alanları gibi sıkıntılar artarak devam ediyor. Mümkün olduğunca çok örnek vermeye çalıştım ama kitabın yanına bile yaklaşamadım. Yaşadığı şehre özen gösteren herkesin bu kitabı okumasını tavsiye ediyorum.