Tomris Uyar 15
Mart 1941’de İstanbul’da doğmuş, 2003’te ise vefat etmiş maalesef. Çok genç bir yaş
sayılır. Kendisi, zamanında Boğaziçi’nde Karşılaştırmalı Edebiyat dersleri
vermiş. İlk çevirisi “Şekerden Bebek” (Tagore’dan) Varlık’ta, ilk öyküsü “Kristin”
Mart 1965’te Türk Dili’nde çıkmış. Kendisinin öyküde benimsediği temel öğe “yoğunluk,
içtenlik ve sahicilik” (s. 107). Öykülerinde küçük burjuvaların yaşamlarına
dair yazmış, Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan bu kitabın son sözüne bakacak olursak.
Mesela benim dikkatimi hep “Yürekte Bukağı” kitabı çekmiştir. Bu kitabı
gerçekten okumak isterdim. Metal Yorgunluğu adlı hikaye kitabının son söz kısmında şöyle der:
“Yürekte Bukağı’da
gittikçe yozlaşan bir ortamda ve bu ortamla beslenen hastalıklı toplum
düzeninin yüreklerine geçirdiği bukağıdan kurtulmaya çalışan, yeni değerler
geliştirmeye çalışan insanları görürüz.” (s. 108)
Ben de kendisiyle
Hazal sayesinde tanıştım. Bana “Metal Yorgunluğu” kitabını hediye etti. Bense
bu kitabın içinde sadece iki öyküye vuruldum. Diğerlerine niçin vurulmadığımı
açıklamaya vaktim olacak mı bilmiyorum. Kendisini neden önceden tanımadım diye
hayıflandım. Ama öykülere tarafsız yaklaşamadım.
Öncelikle genel
anlamda neler hoşuma gitti neler beni biraz sorgulattı, onu anlatayım. Hikayelerde
hayaller ile gerçekler iç içedir. İç ses dışa vurmuştur ama birden gerçek ses
ortaya çıkar, okuyucu donup kalır. Fransız filmlerinin sonunda donup kalan
izleyici gibi. “E şimdi?” derken hikayenin aslında duygusal bir yoğunluk ve
diyaloglarla zenginleşmiş içeriğinin sona erdiğini fark ederiz.
Mesela "Dön Geri
Bak" hikayesi beni en çok etkileyen hikayelerden biridir. Hikayenin ana
karakterinin sonu bellidir ilk cümleden: “Nesrin Öldü”. Ama hikayelerinde
mesele bir sonuca varmak değil, mesele bir merak yaratmak ve o merakı arada
güçlü diyaloglarla ve dizelerle yavaş yavaş körüklemek. En son paragrafta insan
anlıyor, karakterin hüznünü, özlemlerini, tutkularını, yaşanmışlıklarını ve
yaşan(a)mamışlıklarını, yaşanıp da akıldan çıkamayanları... Hani gelip gidip etrafında döndüğümüz anılar vardır, sık sık ziyaret ederiz onları. Vazgeçilmez bir şekilde beynimiz hep o noktalara odaklanır... İşte birçok karakterde Tomris Uyar da bunu yansıtmış. Statik olduğunda karakter,
insan üzülüyor, çünkü genelde hikaye ve hayat dolu karakterler. Etrafındaki herkesin (mesela mahallenin en güzel kadını, 1. Dünya Savaşı'ndan bir gazi, herkesin saygı duyduğu belki pek eğitimli olmayan ama insanlığıyla tanınan, sıradanlığının içinde aslında çok özel anıları olan), geçmişe dönüp de bakan
karakterler.
“Hayatın dalaşı,
gürültüsü, küfürleri, şarkıları, güçlükleriyle bilenmiş, elleri kaba işlere
girip çıkmış, sevmeyi yaşamaktan öğrenmiş, yaşayarak öğrenmiş, bildik Mustafa’yı
gerçekten sevdiğini düşündü en son. Koyu bir su aktı toprağa.” (s. 29)
Metal Yorgunluğu
adlı hikayeye de bayıldım... Resimlerle desteklediği bu hikaye duru bir dille
anlatılmış. Daha çok birinci kişinin ve ana karakterin ağzından. Orada şöyle
der:
“Bendeniz bir
sessiz film piyanisti gibi dışarıdan eşlik ettim olaylara. Hayat, büyük
hesabıyla akıp giderken ben, karanlık odalarda, ince dökümlerle uğraştım. Ta
gençliğimden başlayarak.” Hayat hikayesini anlatır, savaş zamanında nasıl silah
dökümünde çalıştığını, "günah işlediğini" ama bunu gençlerin özgürlüğü için
yaptığını. Yine de hikayesini ağlayarak anlatmaz Ferdi Bey. Kendini acındırmak gibi
bir derdi yoktur, artık dünya işlerinden el ayak çeksem de rahat etsem, der.
Böyle demez tabii, Tomris Uyar’ın dili güzeldir. Sırf metal yorgunluğu olsa neyse, ama gönül
yorgunluğu da vardır Ferdi Bey’in. Bu çok katmanlı hikayeyi çok sevdim Nesrin’in
hikayesinden sonra.
Bazı hikayeler
ağırdır, dil anlamında değil. Okur ve bir kenara koyarsınız kitabı, ben şimdi
bu hikayeyi hazmedeyim, dersiniz. İşte Tomris Uyar’ın hikayeleri de böyle. Belki
hepsi değil ama Metal Yorgunluğu kesinlikle öyle. Hikaye seviyorsanız size
kesinlikle tavsiye ederim Tomris Uyar ile tanışın, tanışmadıysanız eğer. Tanıştıysanız
bazı hikayeleri bir defa okuduğunuzda, kaçırdığınız bir şey olabilir, onu göz
ardı etmeyin... Yeri geldiğinde bir daha okuyun. Bir hikaye bir hayattır. Bir
hikayede bazen insan az ve öz, gözlerimizle göremediğimiz, hep hissettiğimiz
ama dokunamadığımız o güzel karmaşayı sadeleşmiş bir biçimde bulur. Ve bazen
bir hikaye okumak insanın bir şeylere bakış açısını değiştirebilir, bir düğümü
çözer.
Hikayeseverlere
duyurulur...
0 yorum :
Yorum Gönder