George Orwell etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
George Orwell etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Mart, 2014

Bir distopya klasiği olan Aldous Huxley'nin Cesur Yeni Dünya adlı eserine geçmeden önce distopyaya dair bir girizgah yapmak isterim.

Distopyanın tanımı için kısmen anti-ütopya diyebiliriz. Ancak tam anlamıyla ütopyanın tam tersi olmadığı için şöyle bir ayrıma gitmek en iyisi; eğer ütopya 'hayal edilen olmayan yer' ise distopya var olana yakın 'kötü, istenilmeyen bir yer' dir.

Distopya genelde totaliter yönetimlerin insancıl olmayan bir şekilde hüküm sürdükleri toplumları anlatan bir kurgu etrafında işlenir. Toplumdaki ekonomik, ekolojik, teknolojik ve psikolojik vb. başkalaşımlar ise kıyamet senaryosunu andıran yapının sosu gibidir. 

Ama bence distopik eserlere dair yapılacak en iyi genel tespit insanlığın her şeyi tamamen berbat etmekteki şaşmaz potansiyelini ele almasıdır



Bu kapsamda Cesur Yeni Dünya distopyası üreme teknolojisiöjenik ve hipnopedi (uykuda öğretim)  yoluyla bireye dair her değerin kontrol altına alındığı Fordist üretimin medeniyet başlangıcının miladı olarak kabul edildiği bir toplumu anlatır. Roman, Fordist üretimin geliştiricisi Henry Ford'un doğumundan 632 yıl sonra yani F.S 632 yılında Londra'da geçmektedir.

Aile, din, sanat, edebiyat ve felsefeye dair hiçbir şey yoktur ve bunların sorgulanmaması gerektiği teknoloji yoluyla şartlandırılmıştır. 

“Mutluluk ve erdemin sırrıdır- yapmak zorunda olduğun şeyi sevmek. Tüm şartlandırmaların amacı budur: insanlara, kaçınılmaz toplumsal yazgılarını sevdirmek.” (p.38) 

Bu sayede ne savaş ne yoksulluk ne hastalık hiçbir problem yoktur, sadece mutluluk ve haz önceliklidir. Kökünde “birey hissederse, topluluk sendeler” (p.126) anlayışı yatmaktadır. Amaç kapitalist toplum istikrarının planlandığı şekilde sürmesi ve bu olurken bireyin hiçbir şeyi sorgulamadan temin edilen haz ile hayatını toplumsal fayda için devam ettirmesidir. 

“İnsan mutluluk konusunda düşünmek zorunda olmasa, yaşam ne kadar eğlenceli olurdu!” (p.223)

Huxley'nin bu romanı yazarken aldığı ilhamlara bakarsak yaşadığı dönemdeki sosyo-ekonomik atmosferin etkisini görebiliriz. Eser 1932 yılında yayınlanmış ve 1929 yılında Wall Street'in çöktüğü, İngiltere'deki yüksek işsizliğin yaşandığı bir dönemde yazılmıştır. Yazar, o dönemlerde çıkış yapan Keynesyen teoriyi eleştirir şekilde bir hiciv sunuyor okura. Keynesyen teorinin öngördüğü şekilde toplam talebi arttırıcı devlet politikaları üretilip tüketimi arttırmaya yönelik politikalar izlenilmesi romanda sıkça yer alıyor. Örneğin bireylerin "doğa sporlarını gelişmiş aletlerle yapmasını"  şartlandırarak "hem endüstriyel, hem de ulaşım tüketimi"ne teşvik etmek gibi politikalarla insanların uykularında eğitilmesinin planlanması gibi. (p.45) 1930'ların planlamacı nüfus politikaları, Keynesyen ekonomik politikaları ve iki savaş arası ruh hali ile ele alınca roman aslında olduğundan daha ürkünç bir gerçeklik kazanıyor. 

Distopya denildiğinde hele ki Aldous Huxley denildiğinde George Orwell'ı anmadan olmaz. Orwell zamanında Huxley'nin edebiyat öğrencisi olmuş. Hatta Orwell'ın Cesur Yeni Dünya'dan etkilenerek  1984'ü yazdığı söylenir.




Zaten Orwell meşhur distopyasını yazdıktan sonra Huxley kendisine bir mektup bile yazmış: http://www.edebiyathaber.net/aldous-huxleyden-george-orwella-mektup/#sthash.gj4iBoHo.dpuf İki kitabı karşılaştırıp Cesur Yeni Dünya'nın daha muhtemel bir kabus olduğunu belirten Huxley şöyle diyor: "Dünyayı yönetenlerin...güç arzusunun ancak insanları zorla itaat altına alarak ve onların köleliği sevdiklerini varsayarak tatmin olacağını keşfedeceklerine inanıyorum." Bu her ne kadar günümüzde toplumların celladını sevdikleri bir noktada vuku bulsa da galiba yönetenlerin gücü hep mutlak kabul ediliyor, toplumların potansiyeli ise hep göz ardı ediliyor. 

İster Orwell'ın korku ve kontrol imparatorluğu olsun ya da Huxley'nin hazla uyuşmuş toplumu aslında iki yazar da bugünün dünyasına çok yakın distopyalar yazmıştır. Aşağıdaki görselde anlatıldığı üzere Orwell ve Huxley'nin dünyalarındaki betimlemelerine şu an yaşadığımız çağdan ve bu konuda üstün bir başarı! gösteren ülkemizden örnekler bulmak bir hayli kolay.



Yazımı bitirirken Cesur Yeni Dünya'da mutluluk kaynağı olarak devletin her daim temin ettiği Soma adlı uyuşturucudan esinlenen The Strokes'un Soma adlı şarkısı ile sizleri baş başa bırakıyorum. Mutluluğunuz daim olsun!


Soma- The Strokes



28 Aralık, 2013


                                   Bir Peri Masalı?

George Orwell dendiğinde akıllara gelen ilk kitabın 1984 olduğuna eminim. Ama bu hafta ne yazmalıyım diye düşündüğümde ve aklıma George Orwell geldiğinde, Hayvan Çiftliği’nin içinde bulunduğumuz süreçte bize daha fazla şey söyleyebileceğine kanaat getirdim.

Hayvan Çiftliği, Can Yayınları
Hayvan Çiftliği’ni ilk kez Rus Tarihi ve Siyaseti dersi için okumuştum. Romandaki hayvan karakterleri Rus/Sovyet tarihine göre tahlil etmiş, domuz Napoleon (Stalin) ve Snowball (Trotsky) arasındaki farklara bakmış, at Boxer’ın (işçi sınıfı) koşullarının devrimden sonra da ne kadar az değiştiğine hayret etmiştim. (Bu kısım tarihçiler tarafından tartışılabilir, kesin bir yargıdan kaçınıyorum). Bu hafta kitaba yeniden bakarken ise, meseleyi Sovyetler Birliği’nden çıkarıp, içinde yaşadığım topluma uyarladım. Karakterler birebir oturmadı belki ama düşüncelerim daha çok “güç” denen şeyin ne kadar kötüye kullanılabileceğine odaklandı. Peri masalındaki soru işaretim de işte bunadır…

Evet, bu uzunca girizgâhtan sonra adet olduğu üzere kitaptan bahsedeyim. Hayvan Çiftliği, Orwell’in fabl türünde yazdığı kısa bir roman.  Bir çiftlikte yaşayan hayvanlar, çiftliğin sahibi Mr. Jones’a karşı ayaklanıp- ki Mr. Jones hikâyede Rus Çarı’nı temsil eder-bir devrim gerçekleştirirler. Bundan sonra çiftliği hayvanlar kendileri yönetecektir. Sonraki düzen için 7 maddelik bir “anayasa” hazırlanır ve o güne kadar ezilen hayvanlar bundan sonra bu 7 maddenin ışığında kardeşçe ve sömürülmeden yaşayacaklarına inanırlar. 7 Emir şöyledir: İki ayak üstünde yürüyen herkesi düşman bileceksin, dört ayak üstünde yürüyen ya da kanatları olan herkesi dost bileceksin, hiçbir hayvan giysi giymeyecek, yatakta yatmayacak, içki içmeyecek, başka bir hayvanı öldürmeyecektir. Ve son olarak, bütün hayvanlar eşittir.

Her şey ilk başlarda güzelce ilerlerken, zekaları ile çiftliğin beyin takımını oluşturan domuzlardan Napoleon rakibi olarak gördüğü Snowball’u ortadan kaldırır. Hikâyenin bundan sonraki kısmında şahit olduğumuz şey, yukarıda bahsettiğimiz 7 emirin Napoleon tarafından tek tek çiğnenmesidir. Yarattığı saldırgan köpeklerle (polisi temsil eder) çiftliğin diğer hayvanlarını korkutarak onların kendisine karşı çıkmasını önlerken, hikâyede sansürcü ve propagandacı medyayı temsil eden Squealer isimli domuz ile de çiğnediği her maddeyi kılıfına uydurur. Hikâyenin sonunda Napoleon giysi giyen, yatakta uyuyan, başka hayvanları öldüren, insanlarla ticaret ilişkisi kuran, işçi sınıfı çalışırken kendisi çiftlikten çıkmayan, diğer hayvanlar açken, kendisi 150 kilo olmuş semirmiş bir domuz olmuştur. Sistem o kadar kötüye kullanılmıştır ki, “bütün hayvanlar eşittir” maddesi, “bütün hayvanlar eşittir ama bazı hayvanlar öbürlerinden daha eşittir”e dönüşmüştür. İşin en acıklı kısmı da, hikâyenin sonuna kadar yılmadan çalışan ve “Napoleon ne derse haklıdır”ı bir yaşam şiarı haline getiren at Boxer’in, hastalanınca emekli edilmek yerine, bir at kasabına gönderilmesidir!

Aslında okurken ne düşündüğümü belirttiğime göre çok fazla yorum yapmama da gerek kalmadı sanırım ama yine de diyeceğim. Ezilenin sesi olmaya çalıştığını iddia ederken semirmek, o ezilenle artık hiçbir bağının kalmaması ve gücü tamamen kötüye kullanmak Orwell’in Hayvan Çiftliği’ne ait bir şey değil. Nitekim, hepimiz birer Hayvan Çiftliği mensubuyuz. Asıl mesele, sonunda at kasabına gidecek Boxer olmayı mı tercih ettiğimiz yoksa leş kokan düzene hayır demeyi yeğleyecek başka bir karakter mi olacağımızdır…

Aşağıda 1954 yapımı bir Hayvan Çiftliği çizgi filmini de bulabilirsiniz. Kendim seyretmediğim için hakkında yorum yapmam doğru olmaz… Ama ille de okumam seyrederim diyenlerdenseniz, belki bunu deneyebilirsiniz…

Düşünmeniz bol olsun.