Ercan Kesal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ercan Kesal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Haziran, 2014





Evvel Zaman ile tanışalı çok olmamıştı doğru zamanda doğru yerde beni bulduğunu düşündüğüm kitaplardan biri olduğuna ikna olduğumda. Bunun üç nedeni vardı sanırım. Birincisi, kitabın Nuri Bilge Ceylan’ın (NBC) şiirsel başyapıtı Bir Zamanlar Anadolu’da’nın (BZA) yaratım süreci üzerine olması. İkincisi, kitabın yazarının Ercan Kesal olması. Radikal ve BirGün’deki yazıları ve Peri Gazozu* adlı kitabındaki öyküleriyle hikâye-anlatıcısı; Üç Maymun, Vavien, Ben O Değilim, Küf, Yozgat Blues filmlerinde oyuncu olarak karşımıza çıkan, beni ise en çok Bir Zamanlar Anadolu’da’daki muhtar rolüne hayat verme biçimi ile mest eden Kesal.
Üçüncü neden, bu maceranın (buna bir macera diyebiliyoruz yer yer) günlük yoluyla okura sunulması idi. Söz konusu tür film güncesi olduğundan, film üzerinden yazarın okuru kendi dünyasına bir buyur edişi de denebilir buna. Zira, senaryo yazımı, oyuncu seçimi, mekân belirleme, çekim vb süreçlerde ekip olarak iş çıkarmanın öğretici ya da zorluk yaşatan taraflarına değinmesinin yanı sıra, Kesal bu süre zarfındaki kaygılarını, ümitlerini, hayallerini, korkularını, tereddütlerini de paylaşıyor bu sayfalarda.
Sunuş bölümünde, yıllar önce Anadolu’da görev yapan çiçeği burnunda bir hekim iken çıktığı gece yolculuğunun BZA’da anlatılan hikâyenin aslında çıkış noktası olduğundan bahsetmesinin yanı sıra, gömülü bir ölüyü bulmaya adanmış o tuhaf – bir yanıyla da tekinsiz mi demeli – yolculuğu güç ilişkilerini açığa çıkaran, insanı zaafları, çelişkileriyle ve itinayla sakladığı yaralarıyla anlatan katmanlı bir film senaryosuna dönüştürene kadar günbegün kat ettikleri mesafeyi antropolojik bir çalışma yöntemiyle “üzerine uyumadan yazdığı” noktası dikkat çekiyor.
Kesal, mekânlar (İstanbul, Paris, Avanos, Keskin), zamanlar (geçmiş, bugün, gelecek) ve kimlikler (senarist, oyuncu, hekim, hastane yöneticisi, doktora öğrencisi, baba, oğul, eş) arasında gidip geldiği yaklaşık altı buçuk aylık yorucu ve zorlayıcı bir dönemin notlarını güncesine kısa, öz, sarih bir dilde tutuyor. Güncenin sayfalarında ilerledikçe, Kesal’in çekim sürecinde kimi zaman yönetmen perspektifinden, kimi zaman setteki diğer oyuncuların performansı üzerine gözlemde bulunarak sürekli notlar almasından ve ayrıntılara verdiği özenden bilgiyi biriktirerek ilerleyen, öğrenmeye meraklı, düşünen-karşılaştıran-uygulayan, farkındalık duygusu sağlam, iyi niyet ve inancını kaybetmeden yoluna devam edebilen bir yazar olduğunu düşünüyoruz.
Kitabının amacını, “sinema, zaman, bellek ve bilinç kavramlarının tartışılmasına katkıda bulunmak” (bu kavramları tam olarak ne manada kullandığını “Anadolu’da Hekimlik” bölümünde derinleştiriyor) olarak belirleyen Kesal’ın bu anlamda sadece bir yaratma sürecini kayıt altına aldığını söylersek meseleyi eksik anlatmış oluruz sanıyorum ki. Onun için bu, geçmişi bir süreliğine şimdiki zamanda misafir edip bunun üzerinden zamansız ve evrensel bir hikâye yaratma yolculuğu. Yirmi beş yıl önce filmdeki otopsi sahnesinin de çekildiği Keskin’deki hastanede göreve başladığı döneme, ideallere, hüsrana uğramalara ve tanıştığı insanlara ve onda bıraktıkları izlere de ziyaret bir nevi. Güncenin Kesal’in yazdığı 1985 tarihli “Keskin” başlığı taşıyan bir şiirle açılıp ve akabinde o dönemden kalma, hastanenin önünde çekilmiş siyah-beyaz bir fotoğrafının bizi karşılaması da bu ziyaretin işaretleri olsa gerek. Tabi Kesal için bu, gençlik yıllarına yolculuk olma yönü taşısa da Nuri Bilge ve Ebru Ceylan’la birlikte girdikleri yaratma/ yazım süreci, senaryonun gelişimi yönündeki yapıcı eleştirileri Keskin’den çıkan bu hikâyenin evrensellik kazanmasında belirleyici olmuş görünüyor. Özellikle, günce sayesinde, NBC’nin Cannes’da ödül alan son filmi Kış Uykusu’nun senaryosunu kimi geceler sabahlara kadar tartışarak birlikte yazdığını söylediği eşi Ebru Ceylan’in BZA’da senaryoya ne şekilde kritik katkılar sunduğuyla ilgili bilgilenmiş oluyoruz.
Bu noktada, Evvel Zaman’ın sadece bir film güncesi olarak değil, farklı zaman ve mekânlara ait metinleri biraraya getiren/ birbirine bağlayan, metinlerarası özelliği ile dikkat çeken bir kitap olduğunu da vurgulamak gerekiyor. Bu metinlerden ilki, Kesal’in Keskin’de göreve ilk atandığı günlerde ciddi bir kararlılıkla tutmaya başladığı günlük. Hem birinci bölümde hem de kitabın sonundaki Ekler’de bu günlükten tadımlık parçalar var. Özellikle, sonda tam siz “film bitti!” derken 80’lerdeki idealist genç bir hekimin günlüğünün ilk sayfalarını okumaya başlatmak hem hoş bir sürpriz, hem de hayat ve gaileleri karşısında olur ya kendini güçsüz hisseden genç beyne biraz ilham aşısı olabilir. İkinci metin, daha önce de adı geçen “Anadolu’da Hekimlik” başlıklı birinci bölümde Kesal’in de kadrajda olduğu dört farklı görsel metin, mesela biri aşı kampanyasından (s.9), biri bir bozlak gecesinden (s.11) iki fotoğraf. Üçüncü olarak, “Setteyiz” başlıklı dördüncü bölümde yine Keskin’de ancak bu kez 2009 yılında bir film setinde çekilmiş kamera arkası fotoğraflar görüyoruz. Üç ayrı zaman ve mekândan metni biraraya belli bir seçim yaparak bir günce aracılığıyla getiren Evvel Zaman’ın kendisinin de kâğıt üzerindeki bir senaryo ve o senaryonun filme dönüşmüş hali ile doğrudan göbek bağının olması ve bunu da açıkça ismiyle andırması kitabı okuma biçimlerini genişletip derinleştiriyor. Belki de tam da bu nedenle, kitap bittiğinde sanki sadece zamanda ve mekânda bir yolculuğa çıkmamış, daha fazlasını yaşamışım, filmdeki karakterlerin; karakteri oynayan oyuncunun; Kesal'in ve yönetmen NBC'nin zihin dünyalarına da girmişim duygusuyla bitirebilirsiniz kitabı.
Kitabın ardından merakımı celbeden ve aslında Kesal’in kendisine yöneltmek icap eden soru: günceyi yayıma hazırlama aşamasında olmuşsa ne tür bir yeniden yazım, ekleme-çıkarma sürecinden geçmiş orijinal metin acaba?
Evvel Zaman’a açılışta atfettiğim önemin dördüncü bir nedeni daha vardı. Bitirmeden eklemeli. Kitaba sonundaki günlükten başlamıştım, şu cümlelerde kaldı aklım bir süre: “Eksikliklerimin üzerine üzerine gitmezsem, onlardan gittikçe daha çok korkacağımı ve yanlışlarıma, eksikliklerime yenileceğimi çok iyi biliyorum... Öyleyse yapılacak tek şey var = çalışmak, çok çalışmak, daha çok çalışmak.”
O hâlde şöyle demeli belki de: insanın korkuları olabilir, insan geç kalmış da olabilir ya da sadece öyle hissediyordur, tereddütler yaşayabilir. Önemli olan direnmek ve çalışmaktır, ama Kesal’in dediği gibi gerçeğin ve iyiliğin işine yarayacağı inancıyla...
Tam da bu nedenle, Kesal “sinemayı hayatı gibi ciddiye alan samimi ve sahici sinema tutkunlarını” davet ederken Evvel Zaman’a, benden de hayatı sinema gibi okuyabilen ya da en azından buna heves edenlere gelsin bu kitap.







[*] Daha önce blogda Kesal’ın bu kitabı üzerine yazılmış bir yazı Gözde arkadaşımızdan: http://www.begenmeyenokumasin.com/2014/04/peri-gazozu.html

17 Nisan, 2014

“Belki de biricik mesele bu. Dünyanın bizimle birlikte kurulduğunu zannedip, kendimiz için sonsuz bir yaşam hayal etmek...”

Çok kıymetli okuyucu, bu kalbimden temiz yazıma bir itirafla başlamak istiyorum. Geçen ayki kitap seçimi sırasında iki okuyucumuzdan gelen “Peri Gazozu” önerisi ile Türk sinemasında son dönemde en beğendiğim oyunculardan biri olan Ercan Kesal’ın ilk kitabını çıkartmış olduğunu farkettim. Meğerse kendisi Radikal gazetesine yazdığı yazılara, birkaç basılmamış hikayesini de ekleyerek babasının Avanos’ta sattığı gazozun ismiyle raflarda yerini almış.
Hikayeler Kesal’ın çocukluk döneminden doktorluk yıllarına kadar farklı dönemlerden izler ve anılar taşıyor. Aslında hepsi aşina olduğumuz hikayeler, 3. Sayfalarda okuduğumuz haberler. Basit cümlelerle anlatılmış tanıdık öyküler. Ama basitliğin içindeki samimiyet, hikayeleri inandırıcı kılan ve başkası böyle yazamazdı dedirten şey olmuş. Hamasi laflar, süslü cümleler yok. Günlük hayatta kullanılmayan yüksek edebiyat kelimeleri de eksik. Ama bir şeyi tastamam, yaşanmışlığın verdiği duygu. Yazarın da dediği gibi “Kelimelerin ruhu var” ve o ruhu hissediyorsunuz.
Çocukluk dönemi hikayeleri aile sevgisinin karakter üzerinde ne kadar önemli olduğunun bir göstergesi nacizane fikrimle. Sevgiden kastım akıtılmış paralar, gönderilmiş özel okullar, aldırılmış özel dersler değil; yürekten gelen saf sevgi. Sanatçının bu anlamda şanslı insanlardan biri olduğu belli. Anne ve babasını buradan da rahmet ve saygıyla anmadan geçmek olmaz.
Sonrasında doktorluğun ilk yılları ve zorluklar. Hayatını acilde geçirmek zorunda kalmış bir insan olmasına rağmen umutla yoğrulmuş, insanlara faydalı olmak için çırpınan bir hayat. Yazarın “birbirimizin hayatlarının içindeyiz ve insan olmak galiba diğerkam olmaktan geçiyor” cümlesini nasıl da içten söylediğini bu hikayeler anlatıyor aslında. Doktorluk döneminde yaşanan sıkıntılı olaylar, "hiç, birileriyle aynı dünyada yaşamaktan utanç duyduğunuz anlar oldu mu?” cümlesine “evet” dedirtecek korkunçluktaki gerçekler ise insanı bir tokat gibi çarpıyor. Kesal’ın da “Tüm yazdıklarımız bizim olsa da ne fark eder ki. Üzerindeki kan, hikayelerini her gün kayıtsızca izlediğimiz o bahtsızların” cümlesinde ifade ettiği gibi başkalarının acılarına kahrolmak dışında bir şey yapamamanın utancı. Bunca hüzünlü ve isyan ettiren hikayeye rağmen, en kötü konuda bile insanı umutlandıran bir yan. Gerçekten de çok farklı duyguları birarada hissettiren bir sürü hikaye.
Ancak küçük bir eleştirim olacak. Kitap başlangıçtan itibariyle bu duygu yoğunluğuyla akıp giderken son kısımda hikayeler biraz aceleye gelmiş gibi. Belki de kitabı bitirmek güdüsüyle arka arkaya konular eklenivermiş. Önceki kısımda hissedilen yoğunluk bir nebze azalmış gibi. İnsanı şoke eden, üzen ya da sevindiren anılar var gene ama önceki hikayelerin tadı bir başka gibi. Bunda çocukluk hikayelerin, Avanos anılarının ağırlıkta olmasının etkisi var sanırım.
Özetle insana insan olduğunu ama başkalarıyla birlikte var olduğunu hatırlatan bir şey var bütün yazılanlarda. En büyük yanılgımızın bir özeti kitap: “Belki de biricik mesele bu. Dünyanın bizimle birlikte kurulduğunu zannedip, kendimiz için sonsuz bir yaşam hayal etmek...”
Kişisel not: Çoğu kişi Ercan Kesal’ı aynı zamanda senaristlerinden de biri olduğu “Üç Maymun” ve “Bir Zamanlar Anadolu’da” filmlerindeki oyunculuğu ile tanıyacaktır. Ancak benim kişisel tavsiyem “Yozgat Blues”u seyretmeniz olur. Gerçekten son dönem Türk sinemasında seyrettiğim en iyi filmlerden biri ve Ercan Kesal başrolde efsane bir role hayat kazandırmış.