"Beğenmeyen Okumasın" 6 kadın tarafından edebiyatın sınır tanımayan dünyasında gezintiye çıkmak amacıyla kuruldu. Ekibe yeni katılan yazarlarla birlikte yoluna devam etti. Grup; takipçileri kitap okumaya sevk etmek, eleştirel düşünceyi sahiplenmek, blog yazarlarının zihninde iz bırakan yapıtları yüceltmek haricinde herhangi bir amaç gütmemektedir.
Soruya cevabınız evetse, Hüseyin Rahmi'nin 1924 yılında Son Telgraf gazetesinde tefrika edilen ve Everest tarafından basılan "Ben Deli miyim?" adlı eserini okuyup, bu soruya yeniden cevap vermenizi öneririz. Zira, zararsız/tehlikeli deli olmak arasında ince bir çizgi olduğu kadar dağlar kadar da fark var!
Not: Kulübümüze yeni katılan Mine'ye hoşgeldin diyoruz...
Taksim, Deep Restaurant
Everest Yayınları, 2011
Ne dediler?
Merve: Şadan'la kimyamız uyuşmadı!
Burcu: Şamdan'da kendimden bir şeyler buldum!
Mine: Dönemine göre cesur bir roman!
Özlem: Ben deli değilim, onu anladım!
Gözde: Psikoloji üzerinde çok fazla durmuş. Bizimle "değılsın."
"Yazış sırasında iyi saatte olsunlar rüyama girdiler. Bakalım okuduktan sonra size neler olacak." Hüseyin Rahmi
Gulyabani-Gönül Ticareti
Everest Yayınları
Konak hayatını Türk edebiyatında en iyi biçimde resmetmiş, okuyucularını sürekli bir biçimde güldürebilmiş, "kocakarı" literatürünün en başarılı hatta bana göre tek ismidir Hüseyin Rahmi Gürpınar. Efsuncu Baba ve Şıpsevdi gibi eserleri büyük bir kitle tarafından bilinse de sanırım Hüseyin Rahmi dediğimizde aklımıza ilk gelen eseri 1913 yılında ilk kez yayımlanan ve Türk edebiyatının ilk korku romanı olan Gulyabani'dir.
Roman yaşı altmışı geçkin Muhsine Hanımın, her zaman yaptığı gibi komşusuna gitmesi ve en ünlü hikayesini anlatmasıyla başlar... Hem yetim hem öksüz Muhsine gençken esrarengiz bir konağa hizmetçiliğe gönderilir. Ancak bu konak hakkındaki dedikodular alıp yürümüştür ki zaten Muhsine de eve yerleştiği ilk geceden itibaren olaylara tanık olmaya başlar. Ve bu andan itibaren de, cinlerin perilerin evi salladığı, kapıların kendi kendine kilitlendiği/açıldığı, odaların ortasından tüylü yaratıkların çıkıp kadınlara saldırdığı büyük bir serüven başlar. Bu serüven Hüseyin Rahmi tarafından o kadar esprili bir dille ve tekerlemelerle anlatılır ki, okuyucu gülmekten kendini alamaz. Ancak bu ögeler ana olayın sadece yan karakterleridir. Asıl hesaplaşma, arada sırada ortaya çıkan, cinler periler hiyerarşisinin en üstteki yaratığı, dev ve korkunç Gulyabani'dir. Gulyabani'nin ise asıl hedefi, bu olaylar yüzünden deliren evin hanımıdır.
"Roman bir gariplik toplamı olmakla beraber yirminci medeniyet yüzyılının zihinler için seçtiği akla uygun sınırlar içinde son bulacak" diyen Hüseyin Rahmi eserin önsözünde sondan çoktan bahsettiği için bitiş okuyucu için sürpriz olmaz. Zihinde kalan ise bu rasyonel bitişten ve bir anlamda da batıl inanç eleştirisinden öte, olay örgüsündeki komedi unsuru olur.
Gulyabani'yi de, eserin sonunu da biz zaten biliyoruz, üstelik kitabı da okumamıştık diyenleri duyar gibi oluyorum. Ve bunu diyenlere Türk sinema tarihinin en iyi ekiplerinden birinin rol aldığı en başarılı yarı-uyarlamasından (biraz abartmış olabilirim!) bir bölüm paylaşmak istiyorum: