Beyrut etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Beyrut etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Ocak, 2014

''Tanrım, gökyüzü o gün ne kadar da maviydi!'' (s.86)




Öyküsünü okuduğumuz kahramanların içinde yüzdüğü bir olgu silsilesi vardır. Okurken ya bir mücadeleye tanık oluruz ya da bazen bu olgular salondaki fil gibi ortada kalır ve görmezden gelinir. Konu Beyrut ve zaman 1970’ler öncesi olduğunda ise tarih bu sahnenin ortasında bir fil terbiyecisi olarak tüm kontrolü eline alır. Bunu görüp görmemek ise biz-okuyucuların takdirine kalmış.

Bize öyküsünü anlatan İsyan Kitabdar’ın ve ailesinin geçmişi pek çok sosyal ve tarihsel kırılmalarla doludur. Zaten romandaki karakterler sanki yaşadıkları tarihin bir temsilcisiymişçesine somutluğa bürünmektedir. İlk kırılmalar 1900’lü yıllarda başlar. Osmanlı’nın “hasta adam” olduğu dönemlerde bir gürültü ile sessizliğe gömülmesi padişahın kızı, İsyan’ın büyükannesi İffet ile vücut bulur. Beyrut’un bir dönemler çatısı ve geçmişi olan Osmanlı İmparatorluğu gibi, İffet de Kitabdar ailesinde Osmanlı’nın ve anneliğin sadece sembolik bir suretidir. Kitabdar ailesinin sessiz ve görece pasif duran İffet karakteri arka planda artık göz ardı edilmiş bir geçmiş, bir tarih olarak var olur.

“Adana’da ayaklanmalar olmuştu. Kalabalık, Ermeni mahallesini yağmalamıştı. Altı yıl sonra çok daha büyük çapta olacakların provası gibi bir şeydi.”(s.26)

Babası yaşadıkları Adana’da Ermeni olan Fen öğretmeni Nubar ile derin bir dostluk kurar. O dönemde yavaş yavaş başlayan Ermeni meselesi ile aile Adana’da zor günler geçirir. Babası, Osmanlı hanedanlığından kalan soylu kimliği ile ihtilalci kişiliği arasında kalmıştır. Ama aslında bu düzen karşıtı kimliğini yaratan soylu geçmişidir. Daha sonraları Nubar’ın kızı ile evlenir ve anne tarafından Ermeni, baba tarafından Türk olarak İsyan dünyaya gelir. 

İsyan’a göre babası “Prens olmasaydı, ihtilalci olmazdı.” (s.33) İsyan’ın babası yıkılmış bir imparatorluğun kızgınlığının ve hayal kırıklığının yansımasıydı.  Bunun can çekişmesini ise geçmiş tutkusunu geleceğe tezahür ettirerek gösteriyordu. “Gelecekten çok, geçmişe mi bakıyordu? ... Alt tarafı gelecek, özlemlerimizden kuruludur, başka neden olacak?” (s. 33) İçinde yaşadığı bu çelişkiyi çocukları için kurduğu hayallere yansıtır ve ismi ile başlayarak oğlu İsyan için devrimci olacağı bir gelecek çizmek ister.

Ancak babasının beklentileri İsyan’ın ailesinden ve babasından kaçışını getirir ve o da kendi tarihini yaşamaya başlar. Başarılı ve çalışkan bir öğrencidir. Ermeni meselesinden kaçıp taşındıkları Beyrut’tan, Fransa’da tıp okumak üzere ayrılır. Burada şans eseri ve hiç bilmeden kendini Direniş Örgütü-Özgürlük içinde bulur. İkinci Dünya Savaşı sırasında Fransa’da kurulan bu örgüt Nazizm ve savaş karşıtı olarak çalışmaktadır.

“Nazizmden, Fransa'yı işgal ettiği gün değil,  Almanya'yı işgal ettiği gün nefret ettim.” (s.54)
  
Fransa’da hem hayatının aşkını bulduran hem de babasının rüyasını gerçekleştiren tesadüfler İsyan’ın hayatını bambaşka bir yöne çevirir. İsyan yaşadıkları ve bu yaşadıklarına yaptığı yorumlar ile gerçekte böyle bir insan olabilir mi acaba diye okuyucuya sorduruyor. Arka planda gerçekleşen savaşın ve ayrımcılığın acı veren gerçekliğine inat masalsı, gerçek olamayacak kadar umut dolu bir karakter portresi çiziyor.

İsyan, Bakü’ye* dönüşerek kendi geleceğini kurup kendi tarihini İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşamıştır. Aşkı Clara ile beraber yaşayacakları tarih ise İsrail-Arap savaşının acılarını taşır. Bu süreçte yaşamak zorunda kaldıkları savaşın kaçınılmaz acılarını yazar kesinlikle çok iyi hissettiriyor. Kitaptaki, aşka ve hayattaki günlük mücadelelere dair yaptığı tasvirler insanın içine dokunuyor, her bir cümlesinin altını tek tek çiziyorsunuz.

‘Engel yokmuşçasına yürümem yeterliydi. Düşüş işte böyle başlar.’ (s.99)

Doğunun Limanları sadece İsyan adlı görüp görebileceğiniz en mütevazi, samimi, içten ve romantik bir karakterin hikayesini değil ama tarihi/geçmişi göz ardı edemeyeceğinizi siz onunla yüzleşmezseniz de onun sizinle hesaplaşacağını anlatır. 

‘Bazıları, geleceğe inanmaya devam ettikleri için sabrederler.’ (s.135)

Amin Maalouf belki bu tarihsel olaylara çok derin çözümlemeler sunmuyor ama bazen tarihin kendi geleceğimizi yüzleşilmesi gerekilen bir geçmişe dönüştürebileceğini en iyi şekilde dile getiriyor.

“Her kökten insanın yaşadığı Doğu limanlarında, yan yana yaşanan ve dillerin birbirine karıştığı o dönem, geçmişin anımsanması mı? Geleceğin habercisi mi? Bu düşü görenler, geçmişe bağlı olanlar mı yoksa geleceği hayal edenler mi?” (s. 33) Bu düşü gören ve hayalini gerçek kılmaya çalışan nice güzel canları anarak yazımı bitiriyorum.

Yazdığı karakterlere benzer tecrübeler yaşamak zorunda kalan Amin Maalouf’un edebi serüveni ve Beyrut hakkındaki kısa belgeseli Ece Temelkuran’ın sunumuyla izlemek için linke tıklayın!



* Dedesi Nubar, İsyan’a Ermenice ‘Abaka’ yani gelecek anlamına gelen bir isim takmıştır. Zamanla bu ad “Bakü’ye” dönüşür. Direniş sırasında bu adı kullanır ve anılır.

10 Mart, 2013


                       

                                         ORHAN KEMAL: BABA EVİ

                                          BİR ÇIKIŞ YOLU VARDIR.....



            Orhan Kemal'in Küçük Adam'ın Romanı dizisinin birinci kitabı olan Baba Evi adlı eserini değerli Türkçe öğretmenim Gönül Eser'in tavsiyesiyle okuduğumda henüz ortaokula gidiyordum. O dönemde okurken de çok keyif aldığım bu romanı yeniden okumak hem beni kendi ortaokul yıllarıma götürürken hem de yeniden roman kahramanımızın hikayesinin içinde buluverdim kendimi.....

           Baba Evi bir çocuğun ve gencin gözünden baba, aile, yoksulluk, yaşam mücadelesi, memleket, savaş gibi çok önemli kavramları okuyucuya başarıyla ve etkileyici bir dille aktarmayı başarıyor. Baba Evi savaş sonrası babası iktidarla çatıştıktan sonra Beyrut'a kaçmak durumunda kalan bir çocuğun ve onun gözünden ailesinin hikayesini anlatıyor. Adını bilmediğimiz kahramanımızın ailesi Adana'da son derece varlıklı bir aileyken Beyrut'a kaçtıktan sonra ciddi maddi sıkıntılar çekiyor. Önce ailenin babası ufak bir lokanta açıyor ve kahramanımız ve kardeşi orada çalışarak ailenin geçimini sağlıyorlar. Ancak daha sonra lokanta iflas ediyor, evin babası hastalanıyor ve kalabalık ailenin geçim yükü abi kardeşin üzerine kalıyor. Bir yandan babasının baskısı, bir yandan geçim sıkıntısı, bir yandan dilini dahi doğru düzgün konuşamadığı bir yerde memleket özlemiyle kapana sıkıştığını düşünen kahramanımız çıkışı yeniden Adana'ya dönmekte buluyor. Bu ana kadar daha kasvetli bir anlatıyla ilerleyen romanın dili kahramanımızın Adana'ya dönüşünden sonra onun bir çıkış yolu bulmasının ve yaşama sevincini yeniden yakalamasının etkisiyle pozitif bir anlatıya dönüşüyor ve bu anlatıyla son buluyor.

          Romanı yeniden okuduktan sonra Orhan Kemal'in anlatı yeteneğinin başarısından bir kez daha etkilendim. Bu kadar kısa bir roman içerisinde onca karmaşık duygu, ruh analizi, onca önemli konu ancak böyle başarıyla aktarılabilirdi hem de bir çocuğun ve gencin gözünden. Örneğin, romanda en çok etkilendiğim bölümlerden bir tanesi yazarın bir yandan savaşın korkunçluğunu, dehşetini başarıyla aktarırken bir yandan da kahramanın gözünden ailesinin apar topar trenlere binerek yaşadıkları yerden kaçışlarını aktardığı bölüm oldu. Kahramanın sorduğu şu cümle ise muhtemelen romana dair asla unutmayacağım cümlelerden bir tanesi olarak hafızamda yerini alacak: ''Tren, düşman niçin geliyordu, biz niçin kaçıyorduk? Evet ama kuşlar? Onları düşmandan kaçıracak babaanneleri yoktu ki!..'' (13) Öte yandan da roman, kahramanın memleket özlemini, memlekete dair hissettiği karmaşık duyguları da gayet yalın ve açık bir biçimde okuyucuya başarıyla aktarıyor: ''Sanki memleket tepemde fırıl fırıl dönmeye başlamıştı. İçimden içimin derinliklerinden birşeylerin yıkıldığını duyuyordum. Ben buraya niçin geldim?'' Aynı zamanda, yazarın kendi çocukluk ve gençlik yıllarını anlattığı bu yalın ama etkileyici romanı hala okumadıysanız ve içinizde bir yerlerde o kuşlara dair endişe duyan çocuğun sesi hala yükseliyorsa bu romanı vakit kaybetmeden şiddetle okumanızı tavsiye ederim.