26 Mayıs, 2013

Dünya edebiyat tarihinin en önemli kitaplarından biri George Orwell’in “1984” adlı eseridir. Bir distopyayı anlatan roman modern çağ siyasetine de bir karşı arguman sunar ve eleştirel bir bakış açısı getirir. Birçok alan için metaforlar kazandıran bu kitabın önünde saygıyla eğildikten sonra yazımın ana konusu olan Haruki Murakami'nin 1Q84 romanına geçmek istiyorum.

İsminden anlaşılacağı üzere 1Q84 çarpıtılmış bir gerçeklik üzerinden yazılmış ve büyülü gerçekçilik (magic realizm) tarzı ile harmanlanmış bir kitap. 1000 sayfalık cismi varlığı sizi korkutmasın, su gibi akıp gidiyor. Bir diğer bölümde neler olduğunu öğrenmek için can atıyorsunuz.
Kitabın ana hikayesi  en önemli karakter olan kadınlara şiddet uygulayan erkekleri öldüren seri katil Aomame etrafında dönüyor. Aomame çocuk yurdunda büyümüş, bağlılık gerektiren uzun süreli ilişkiler yerine günlük ilişkiler yaşayan, kalbinde Tengo’yu taşıyan bir kadın. Diğer ana karakterse Aomame’nin çocukluk aşkı Tengo. Kablolu TV aboneliği satmayı hayatının merkezine taşımış bir baba tarafından büyütülmüş, annesi  hakkında çok az bilen, her konuda özellikle de matematik alanında dahilik seviyesinde başarılıyken okulda matematik öğretmeni olmayı seçen, hayatının aşkı Aomame’yi bekleyen bir adam.
Yıl 1984. Hikaye kulağımızda Janacek’in Sinfonietta’sı ile başlıyor. Zaten kitap için bir film gibi titiz bir müzik listesi oluşturulmuş desem abartmış olmam sanırım. Michael Jackson’dan ABBA’ya geniş bir seçki söz konusu. Aomame kulağında bu şarkı ile trafikte kaldığı bir gün  planına uymak için taksiden iniyor ve farklı bir çıkış kapısından çıkmak isterken zaman kırılıyor ve tabiri caizse paralel bir evrene geçiyor. Tengo ise bu sırada hırslı yayıncısı Komatsu’nun planının bir parçası olmak için disleksi hastası bir kız olan Fuka-Eri’nin hikayesini roman haline getirmeyi kabul etmek üzere. İkisinin hikayesinin tekrar kesişmesi de Aomame’nin Tengo’nun yazdığı kitapta anlatılan cemaat liderini öldürmesiyle gerçekleşiyor.

Kitapta çok farklı kişiliklere sahip ve hepsi büyük önem arzeden yan karakterler mevcut. Tengo’nun babası, hakkında çok az şey bildiğimiz genelde göğüs metaforuyla karşımıza çıkan annesi, Aomame’ye cemaat liderini öldürmekte yardımcı olan kadın ve yardımcısı, cemaat lideri ve yardımcıları. Hepsi özgün, hepsi önemli ve hepsi ana hikayeyi destekliyor.
Kitapta iki ana karakterin aşk hikayesiyle iç içe geçmiş bir bilimkurgu hikayesi mevcut. “Küçük adamlar”, “gizli cemaat” heyecanı yüksek tutan öğeler. Kitabın sonuna kadar onların gizemini çözmek için uğraşıyorsunuz ancak üzülerek belirtmeyelim ki ben pek de başarılı olamadım. Bununla ilgili birkaç kaynağa baktım açıkcası. Bunlardan anladığım kadarıyla Japon edebiyatında oluyor böyle yarım kalmış, açıklanmamış vakalar. Bunca zamandır batı edebiyatı bakış açısına alışmış biri olarak anlamamakta haksız değilim sanırım.

Belirtmeden geçemeyeceğim. Kitabın içinde bir öykü olan “Kediler şehri” öyküsü de insanı oldukça rahatsız ediyor. Diğer metaforlar gibi burada yalnızlık, terk edilmiş hissini iliklerinizde hissediyorsunuz. Başlı başına bu öykü bile ayrı bir edebi şaheser. Koza ve kediler şehri metaforları ile kitap bende Kafkaesk bir imaj yarattı diyebilirim. Dönüşüm ya da Dava’da ruhumda hissettiğim sıkıntı bu kitabı okurken de yaşadım. Murakami’nin külliyatına bakınca “Sahilde Kafka” diye bir kitabının olduğunu görmek bu dahiyane(!) buluşum konusunda göğsümün kabarmasına neden oldu. Biz fani küçük okuyucular da böyle şeylerle mutlu oluyoruz işte.
Kitap uzunluğu ve bazen tekrar kaçan hikayesi ile insanın okuma hevesini kırabiliyor. Ben kindle da okuduğum için çok problem olmadı itiraf etmek gerekirse. Ama herkesin de benzettiği tuğlamsı yapısı ile çantada taşıyıp dışarıda okumak ya da uzanarak okumak zor. Yani kitabı okumak, sembolik anlatımı ile beyni zorlarken fiziksel bir çaba da gerektiriyor.

Kitabı uzunluğuna rağmen heyecanla okudum ama bu kadar beğendiğim bir kitabın sonu benim açımdan tatminkar olmadı. Bu son, gerçeküstü öğelere dair cevaplanmamış sorular ve olay örgüsündeki mantık hataları bu kitabı sevmeme ve önermeme engel mi ? Tabi ki değil. Edebiyat böyle bir şey olsaydı zaten kitapların sadece son bölümünü okumayı tavsiye etmemiz gerekirdi, değil mi? Zaten Aomame ve Tengo’nun aşkı, birbirlerini bulana kadar ruhlarında yaşanan o rahatsızlık ve mutsuzluk hissi o kadar iyi anlatılmış ki diğer şeyler önemsiz kaldı gözümde. Kitapta da dendiği gibi “Sıradan olmayan bir iş yaptığında, şeylerin her günkü görünüşü biraz değişebilir. Şeyler sana daha önce olduğundan farklı görünebilir. ben bu tecrübeyi yaşadım. Ama görünüşün seni aldatmasına izin verme. Her zaman sadece tek bir gerçeklik vardır”. Onların aşkı da tek gerçeklikti belki de. Kısacası sevgili okuyucu, bundan sonraki kitabın olarak bunu tavsiye ediyorum. Hatta biraz daha cazip hale getirmek için kitaptaki şarkılardan bazılarının bulunduğu bir linki de paylaşıyorum.

0 yorum :

Yorum Gönder