26 Ocak, 2014



"Yazarlığım insanlığımdan sonra gelir"


[Yusuf Atılgan'ın Anayurt Oteli filminin gösterime çıkmasının ardından yapılan bir söyleşide kullandığı ifadesidir.]


Yusuf Atılgan edebiyat dünyamızda  Aylak Adam ve Anayurt Oteli ile tanınan bir yazardır. Bu iki romanının dışında tamamlanmamış olan Canistan adlı bir romanı, Yapı Kredi Yayınları tarafından Bütün Öyküleri şeklinde toplanmış öykü kitabı ve Ekmek Elden Süt Memeden adlı bir  masal kitabı bulunmaktadır. 


Yusuf Atılgan'ın eserlerini anlayabilmek için öncelikle onun hayatına dair bilgiye sahip olmak gerekmekte bana göre. Çünkü diğer yazarlarımızdan çok daha farklı bir yol seçmiştir kendisi. 1921'de Manisa'da doğmuştur. İstanbul Üniversitesinde bugünkü ismiyle Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirmiştir. Üniversitedeki hocaları arasında Halide Edip Adıvar ve Ahmet Hamdi Tanpınar da vardır. Okulu bitirdikten sonra kısa bir süre öğretmenlik yapar. Bu işi çok sevmiştir. Hatta Refik Durbaş ile yaptığı bir röportajda kendisine sorulan "Dünyaya bir daha gelseydin roman mı yazmak isterdin?" sorusuna; "Öğretmen olmak isterdim, öğretmenliği çok sevmiştim" diye cevap verir. Ancak öğretmenlik mesleğine -bugün kaldırılmış olan TCK'nın  141. maddesi nedeniyle 1945'te ceza evine girmiş olduğundan- devam edemez. Yusuf Atılgan bu dönemi daha sonraları hiç anmak istememiştir. Bu olaydan sonra Manisa'ya geri döner ve toprak işleriyle uğraşmaya başlar. Tüm bu zaman zarfında yazmaktadır ancak yazdıklarına çok kıymet vermez.  Hatta yazdığı bazı eserleri değersiz görerek, sonradan çok pişman olmuştur, yakmıştır. Tercüman Gazetesi'nin 1955 yılında (bu tarih farklı kaynaklarda 1953 yada 1956 olabilmektedir) düzenlediği öykü yarışmasında "Evdeki" (Nevzat Çorum imzasıyla) birincilik ve "Kümesin Ötesi" ( Ziya Atılgan imzasıyla) dokuzunculuk ödülü kazanmıştır.

Aylak Adam adlı romanı ise Cumhuriyet Gazetesi'nin açtığı roman yarışmasında ikincilik ödülü almıştır (1957-1958). O yıl birincilik ödülünü "Yılanların Öcü" ile Fakir Baykurt, üçüncülük ödülünü ise Ömer Sakıp "Ne Ekersen" ile almışlardır. Diğer iki roman gazetede yayımlanmasına rağmen Aylak Adam yayımlanmamıştır. Refik Durbaş ile yaptığı röportajında bu konu ile ilgili olarak şöyle demiştir: "Gerçi tefrika edilirse ayrıca bir para almayacaktım. Tefrika edilecek bir roman değil, diye düşünmüşler galiba. Ama tefrika başına 3-4 gün sonra bir özet koyarlar ya, işte onu hep merak etmişimdir."  Roman üç binlik ilk baskısının ardından "ağır satıldığı ve okurlarca çok tutulmadığı" nedenleriyle ikinci baskıya uzunca bir süre girememiştir.

Anayurt Oteli (1973) isimli romanı, adını Manisa'daki Ana Vatan Oteli'nden alır. Yusuf Atılgan bu otelde konaklamış ve "tüm gün boyunca otelin içinde yaşamanın nasıl bir şey" olduğunu düşünmüştür. Otelin işletmecileri Zebercet ve oğlu Ahmet Efendi'dir, kitapta ise bu durum tersine çevrilmiştir. Roman 1973 yılında yayımlandığında ciddi bir tartışma konusu haline gelmiştir. Beğenenler eseri "yılın eseri" diye tanımlarken, beğenmeyenler kitabı "şey" diye bile tanımlamışlardır. Dönemin koşulları içinde Zebercet'in bu kişisel bulanım öyküsü bazı kişilerce "gereksiz" görülmüştür. Ancak daha sonraları eseri "müstehcen" olarak tanımlayan yazarlar bile, "o gün yanlış yapmış olduklarını" sonradan kabul etmişlerdir.

Yusuf Atılgan, 1974'te evlenmiş ve İstanbul'a taşınmıştır, bu şekilde Manisa'da kurduğu hayatı son bulur. 1979 yılında baba olmuştur; farklı yayın evlerinde danışman, çevirmen ve redaktör olarak çalışır. 1987 yılında Anayurt Oteli, Ömer Kavur tarafından sinemaya aktarılır. Zebercet karakteri Macit Koper tarafından çok başarılı canlandırılmıştır. Film ulusal ve uluslararası platformlarda pek çok ödül alır. 

1989 yılı Yusuf Atılgan için hastalıklarla dolu olarak geçer ve 9 Ekim 1989'da dünyaya gözlerini son defa kapatır. Bu dönemde başka bir roman üzerinde çalışmaktadır ancak tamamlayamaz. Canistan adlı bu romanı daha sonra Yapı Kredi Yayınları tarafından 2000 yılında basılır.

Yusuf Atılgan'ın hayatına kısaca baktıktan sonra kitaplarla ilgili yorum kısmına geçebilirim artık sanırım.

Aylak Adam

1959 yılında yayımlanan bu roman Yusuf Atılgan'ın ilk kitabıdır. Romanın baş karakteri C, babasından kalan mirasla yaşamakta, kazanç sağlayacak bir iş yapmamaktadır. Günleri kendine göre uğraşlar bularak geçirir. En sevdiği şeylerden biri sinemaya gitmektir. Kalabalıktan, insanların ikiyüzlülüğünden, toplum baskısından, sıradan bir insan olmaktan nefret etmektedir. C, gerçek aşkı aramaktadır aslında. "Ben, toplumdaki değerlerin ikiyüzlülüğünü göreli beri, gülünç olmayan tek tutamağı arıyorum: Gerçek sevgiyi! Bir Kadın. Birbirimize yeteceğimiz, benimle birlik düşünen, duyan, seven bir kadın!" (sf 149) 


Roman boyunca C'yi iki kadınla görürüz; Güler ve Ayşe. her ikisi de onun aradığı kadın değildir. Ayşe onun aradığı kadına, her ne kadar daha yakın da olsa ona bağlanmak C için korkutucudur. İkili ilişkiler üzerindeki toplumun yarattığı baskıdan hiç hoşlanmaz. Onun sorunlarından biri toplumun; orada olmasa da, "orada"ymış gibi yarattığı baskıdır. Güler'in sarhoş olarak evine geldiği  gece "Bu mavi boşlukta etimiz bile sonuna dek sevişemiyor. Çünkü bu ses geçmez, ışık sızmaz odada bile başkaları bizimle birlik." (sf 85) diyerek bu baskıyı anlatır. Ona göre iki insanın bu denli yakınlaştığı bir anda bile "başkaları"nı düşünebiliyor olmasında sevgisinin gerçek olmayışının da payı vardır; "Önemli olan pencereden bakıp bakmadıkları değil, onun dudaklarına yaklaştığı zaman bunu düşünebilmesiydi. Yoksa kişi, dışarıdakilerden hiç mi kurtulamayacaktı?"(sf 119) 

O, asla "eli paketliler"den de olmak istemez çünkü ona göre "Komşusunun saygısını yitireceğinden başka sıkıntısı olmayanlar" dır onlar. Ya da bir lokantadaki "müşteri" olmak onun için kabul edilemez bir şeydir. Devamlı bunlardan kaçar. Her gün aynı şeyi yapmak ona göre değildir. " 'İş avutur', derdi babası. O böyle avuntu istemiyordur. Bir örnek yazılar yazmak, bir örnek dersler vermek, bir örnek çekiç sallamaktı onların iş dedikleri. Kornasını ötekilerden başka öttüren bir şoför, çekicini başka ahenkle sallayan bir demirci bile ikinci gün kendi kendini tekrarlıyordu. Yaşamanın amacı alışkanlıktı, rahatlıktı. Çoğunluk çabadan, yenilikten korkuyordu." (sf 41) Bu tekrar hali C için bir kabustur çünkü onun da aslında kaçtığı bir şey vardır. O da babası gibi olmak istemez. Onun hayatla, kadınlarla, çalışmakla ilgili yaşadığı sorunların temelinde babası ile olan sorunu vardır. Babasından nefret eder. Hatta bu nefreti şöyle dile getirir; "Hiç kimse erkek yaratılmanın azabını benim kadar çekmemiştir." (sf 123) 

Roman C'nin hayatından, kıştan başlayarak güze kadar dört mevsimlik bir kesit sunar. Yazıldığı dönem ve koşullar dikkate alındığında, hayata bakış ve algılayış açısından çok ileride duran bir roman kahramandır C. Toplumun alışıla gelmiş kurallarına tek başına karşı çıkışı karaktere duyulan sevgiyi arttırmaktadır. Romanın anlatımı açısından bakıldığında da çok farklı bir eserle karşılaşıldığı görmekteyiz. Klasik roman anlatımından farklı olarak, monologların, iç konuşmaların, bilinç akışı tekniğinin, mektup, günlük gibi tarzların harmanlandığı;okuyan kişi açısından başlarda biraz zorluk yaratsa da dikkatini korumasını sağlayan bir tarza sahip. Bu özellikleri doğrultusunda Aylak Adam romanı okuyucuyu kolay kolay kendine yaklaştırmayan karakteri C ve okuyucudan çaba isteyen tekniği ile, modern edebiyat açısından önemli bir yere sahiptir.

Anayurt Oteli


Yusuf Atılgan'ın 1973'te yayımlanan Anayurt Oteli adlı romanı yayınlandığı dönemde pek çok tartışmaya konu olmuştur. Roman Zebercet isimli otel katibinin yaşadığı ruhsal kırılmayı ve sonuçlarını anlatmaktadır. Zebercet, katipliğini yaptığı otelde ortalıkçı kadın ve bir kedi ile birlikte yaşamaktadır. Tüm dünyası bu otelden ibaret olan, dış dünya ile iletişimi otele gelen müşteriler ve alışveriş yaptığı bir kaç yer ile kısıtlı kalan bir adamdır. İçinde yaşadığı kasabadan öteye öteye gitmemiştir. Yalnızdır. Sevilmemiştir. Bir perşembe gecesi gecikmeli Ankara treni ile gelen kadına aşık olur. O ana kadar ortalıkçı kadınla yaşadığı sevgisiz cinsellikten başka bir kadınla ilişkisi olmamıştır. Gecikmeli Ankara treni ile gelen kadının odada bıraktığı eşyalar artık onun için kutsallık derecesindedir. Ve o kadını beklemeye başlar. Hayal dünyasında yarattığı "onun geri geleceği" gerçekliği ile kendine çeki düzen vermeye karar verir. Berbere gider bıyıklarını kestirir, yeni kıyafetler alır, gençleşir. Ama o kadın gelmez. Gecikmeli Ankara Treni ile gelen kadının gelişi ve Zebercet'in onun gelmeyeceğini anladığı an onun hayatına büyük bir kırılma yaratır. Zaten çok anlamlı olmayan hayat Zebercet için tüm amacını da kaybetmiştir. 

Roman psikolojik çözümlemelerle dolu, detayların, betimlemenin çok önemli yer tuttuğu bir eser. Yusuf Atılgan bize o oteli ve insanları o kadar incelikle anlatıyor ki adeta kafamızda hepsini çizebiliyoruz, öyle ki Zebercet ile karşılaşsak tanıyabilecek noktaya geliyoruz. Bir insanın yalnızlığı, amaçsızlığı, tek düze bir hayatın içine kıstırılmış olma hali sizi tamamen sarıyor. Aydınlık bir günde okurken bile, kendinizi güneşin yüzünü göstermediği kasvetli bir kış gününü yaşıyor gibi karanlıkta hissediyorsunuz. Romanla ilgili döneminde yapılan eleştirilerden bazıları, Zebercet'in cinsellikle ilgili hayal ve yaşantısının romanda geniş yer bulması üzerineydi. Ancak ben bu eleştirilere katılmıyorum. Onun ruh halini anlamak için o anlatımların olması gerekli bence. Bunun dışında Yusuf Atılgan'ın Aylak Adam'da da dikkat çektiği bir noktayı yeri gelmişken burada belirtmek istiyorum "Adam kalkıyor, yüzünü yıkıyor, parkta oturuyor, yemek yiyor, sevgilisiyle dolaşıyor, gecenin bir vakti evine gelip yatıyor. Hiç mi çişi gelmedi? İnanılacak şey değil." (sf 13) Her ne kadar okuyan için kolay ve iç açıcı olmasa da edebiyat insana dair olanı anlatma sanatı olduğundan, bana göre, insani olan her şey edebiyatta yer bulabilmelidir. Bu açıdan her ne kadar rahatsız edici sahneleri göz önüne serse de bunları karakteri anlamamız açısından önemli buluyorum.

Son olarak edebiyatımızın az eser vermiş ancak gerek yarattığı karakterler açısından gerekse de anlatım tekniği açısından bu önemli yazarımızın eserlerini ilk fırsat bulduğunuzda okumanızı tavsiye ederim.

Kaynakça
Yusuf Atılgan'a Armağan, der. Turan Yüksel, Yapı Kredi Yayınları, 1992






0 yorum :

Yorum Gönder