06 Ocak, 2014



Ben ömrüm boyunca bir köpek olarak yaşamıştım ama artık kesin kararım, bir kediye dönüşmekti.”
“… Çünkü insanları konuşarak tanıyamazsınız. Konuşmak, canlı yaratıklar arasındaki en etkisiz iletişim aracı. Dil yalan söylüyor, olanları çarpıtıyor, insanlığın hiç bıkıp usanmadığı klişeleri tekrarlıyor. Bu yüzden, insanları dinlemek onları anlamak için yeterli değil.”

Zülfü Livaneli’nin, bazen güçlü bir mizah, bazen de sarsıcı bir hüzünle yazdığı ama her daim samimi ve akıcı bir dile sahip olan bir romanı Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm. Herkesin kendinden bir parça bulabileceği derinlikte ve ustalıkta yazılmış bu eser, 2001 senesinde  Yunus Nadi roman ödülünün sahibi oluyor.

Livaneli, uzun bir yazma süresinin ardından bu kusursuzluğa ulaştığını söylüyor. “Bu roman benim için şimdi bitti, yani yazılmaya başlamasından yirmi dokuz yıl sonra” diyor kitabının önsözünde.   

Roman, Sami’nin 12 Mart döneminde başına gelen korkunç bir olay nedeniyle İsveç’e siyasi mülteci olarak gidişinden sonra yaşadıklarını, zaman zaman kahramanın kendi geçmişine doğru yaptığı zihinsel yolculuklarla birlikte konu alıyor. Romanın ana konusunu ise Sami’nin, Stockholm’e kendisi gibi iltica etmiş olan arkadaşlarıyla birlikte darbe döneminin eski bir bakanına karşı hazırladıkları bir intikam planı çerçevesinde gelişen olaylar oluşturuyor. Bu süreçte Sami, özlem ve öfke, bağışlamak ve intikam almak arasında gelgitler yaşayacağı bir yenilenme dönemine giriyor.

Bu kitabında Livaneli, 12 Mart darbesini, hem siyasetle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir gencin yaşadıkları üzerinden hem de darbe döneminin eski bir bakanının gözünden değerlendiriyor. Bir yandan da batılı bir ülkede siyasi göçmen olarak verilen var olma mücadelelerini kaleme alıyor ve birilerine göre hep “öteki” ya da birey olma/olamama hallerini irdeliyor. Romanın bu iki ana konusuna, kitap boyunca yapılan psikolojik tahliller ve bu tahlilleri destekleyen çarpıcı bir kurgu da eşlik ediyor.

Aslında Livaneli bu kitaba başladıktan epey bir süre sonra yazmaya ara vermiş. “Bunun nedeni, olaylara ve karakterlere fazla yakın olduğumu düşünmem ve ‘gerçeğe gerçekdışından ulaşmak’ için gerekli mesafeye sahip olmadığıma inanmamdandı” diyor yine kitabının önsözünde. Bu yüzden, bu romanını iki farklı anlatıcı aracılığıyla, iki farklı dille ve bakış açısıyla kaleme almayı tercih ediyor. Sami’nin kendi hikayesini anlatması için anlaştığı yeni ve tanınmamış bir yazarın anlatısı, kendi metinleriyle ya da onun metne yaptığı müdahalelerle birlikte veriliyor romanda. Bu da Livaneli’nin hikayesini daha da etkileyici bir dile kavuşturuyor ve okuyucuyu hikayenin kendi gerçekliğiyle baş başa bırakıyor.     

Not: Doğan Kitap’tan çıkan eserin ek kısmında Zülfü Livaneli ile yapılan bir söyleşi ve kitaba dair yorumlar da yer alıyor.






0 yorum :

Yorum Gönder