“Ben ömrüm boyunca bir köpek olarak
yaşamıştım ama artık kesin kararım, bir kediye dönüşmekti.”
“…
Çünkü insanları konuşarak tanıyamazsınız. Konuşmak, canlı yaratıklar arasındaki
en etkisiz iletişim aracı. Dil yalan söylüyor, olanları çarpıtıyor, insanlığın
hiç bıkıp usanmadığı klişeleri tekrarlıyor. Bu yüzden, insanları dinlemek
onları anlamak için yeterli değil.”
Zülfü Livaneli’nin, bazen
güçlü bir mizah, bazen de sarsıcı bir hüzünle yazdığı ama her daim samimi ve
akıcı bir dile sahip olan bir romanı Bir
Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm. Herkesin kendinden bir parça bulabileceği
derinlikte ve ustalıkta yazılmış bu eser, 2001 senesinde Yunus Nadi roman
ödülünün sahibi oluyor.
Livaneli, uzun bir yazma süresinin ardından bu kusursuzluğa ulaştığını söylüyor. “Bu roman benim için şimdi bitti, yani yazılmaya başlamasından yirmi dokuz yıl sonra” diyor kitabının önsözünde.
Roman, Sami’nin 12 Mart
döneminde başına gelen korkunç bir olay nedeniyle İsveç’e siyasi mülteci olarak
gidişinden sonra yaşadıklarını, zaman zaman kahramanın kendi geçmişine doğru
yaptığı zihinsel yolculuklarla birlikte konu alıyor. Romanın ana konusunu ise
Sami’nin, Stockholm’e kendisi gibi iltica
etmiş olan arkadaşlarıyla birlikte darbe döneminin eski bir bakanına karşı hazırladıkları
bir intikam planı çerçevesinde gelişen olaylar oluşturuyor. Bu süreçte Sami, özlem
ve öfke, bağışlamak ve intikam almak arasında gelgitler yaşayacağı bir yenilenme
dönemine giriyor.
Bu kitabında Livaneli,
12 Mart darbesini, hem siyasetle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir gencin
yaşadıkları üzerinden hem de darbe döneminin eski bir bakanının gözünden
değerlendiriyor. Bir yandan da batılı bir ülkede siyasi göçmen olarak verilen
var olma mücadelelerini kaleme alıyor ve birilerine göre hep “öteki” ya da birey
olma/olamama hallerini irdeliyor. Romanın bu iki ana konusuna, kitap boyunca
yapılan psikolojik tahliller ve bu tahlilleri destekleyen çarpıcı bir kurgu da
eşlik ediyor.
Aslında Livaneli bu
kitaba başladıktan epey bir süre sonra yazmaya ara vermiş. “Bunun nedeni, olaylara ve karakterlere fazla yakın olduğumu düşünmem
ve ‘gerçeğe gerçekdışından ulaşmak’ için gerekli mesafeye sahip olmadığıma inanmamdandı” diyor yine kitabının önsözünde. Bu yüzden, bu romanını iki farklı
anlatıcı aracılığıyla, iki farklı dille ve bakış açısıyla kaleme almayı tercih ediyor. Sami’nin kendi hikayesini anlatması için anlaştığı yeni ve tanınmamış
bir yazarın anlatısı, kendi metinleriyle ya da onun metne yaptığı müdahalelerle
birlikte veriliyor romanda. Bu da Livaneli’nin hikayesini daha da etkileyici bir dile kavuşturuyor ve okuyucuyu
hikayenin kendi gerçekliğiyle baş başa bırakıyor.
Not: Doğan Kitap’tan
çıkan eserin ek kısmında Zülfü Livaneli ile yapılan bir söyleşi ve kitaba dair yorumlar da yer alıyor.
0 yorum :
Yorum Gönder