''Tanrım, gökyüzü o gün ne kadar da maviydi!'' (s.86)
Öyküsünü okuduğumuz kahramanların içinde yüzdüğü bir olgu
silsilesi vardır. Okurken ya bir mücadeleye tanık oluruz ya da bazen bu olgular
salondaki fil gibi ortada kalır ve görmezden gelinir. Konu Beyrut ve zaman 1970’ler
öncesi olduğunda ise tarih bu sahnenin ortasında bir fil terbiyecisi olarak tüm
kontrolü eline alır. Bunu görüp görmemek ise biz-okuyucuların takdirine
kalmış.
Bize öyküsünü anlatan İsyan Kitabdar’ın ve ailesinin geçmişi pek çok sosyal ve tarihsel kırılmalarla doludur. Zaten romandaki karakterler sanki
yaşadıkları tarihin bir temsilcisiymişçesine somutluğa bürünmektedir. İlk kırılmalar
1900’lü yıllarda başlar. Osmanlı’nın “hasta adam” olduğu dönemlerde bir gürültü
ile sessizliğe gömülmesi padişahın kızı, İsyan’ın büyükannesi İffet ile vücut
bulur. Beyrut’un bir dönemler çatısı ve geçmişi olan Osmanlı İmparatorluğu gibi,
İffet de Kitabdar ailesinde Osmanlı’nın ve anneliğin sadece sembolik bir suretidir.
Kitabdar ailesinin sessiz ve görece pasif duran İffet karakteri arka planda
artık göz ardı edilmiş bir geçmiş, bir tarih olarak var olur.
“Adana’da ayaklanmalar olmuştu. Kalabalık, Ermeni mahallesini
yağmalamıştı. Altı yıl sonra çok daha büyük çapta olacakların provası gibi bir
şeydi.”(s.26)
Babası yaşadıkları Adana’da Ermeni olan Fen öğretmeni Nubar
ile derin bir dostluk kurar. O dönemde yavaş yavaş başlayan Ermeni meselesi ile
aile Adana’da zor günler geçirir. Babası, Osmanlı hanedanlığından kalan
soylu kimliği ile ihtilalci kişiliği arasında kalmıştır. Ama aslında bu düzen
karşıtı kimliğini yaratan soylu geçmişidir. Daha sonraları Nubar’ın kızı ile evlenir ve anne tarafından Ermeni, baba tarafından Türk olarak İsyan dünyaya gelir.
İsyan’a göre babası “Prens olmasaydı, ihtilalci olmazdı.”
(s.33) İsyan’ın babası yıkılmış bir imparatorluğun kızgınlığının ve hayal
kırıklığının yansımasıydı. Bunun can
çekişmesini ise geçmiş tutkusunu geleceğe tezahür ettirerek gösteriyordu. “Gelecekten
çok, geçmişe mi bakıyordu? ... Alt tarafı gelecek, özlemlerimizden kuruludur,
başka neden olacak?” (s. 33) İçinde yaşadığı bu çelişkiyi çocukları için
kurduğu hayallere yansıtır ve ismi ile başlayarak oğlu İsyan için devrimci
olacağı bir gelecek çizmek ister.
Ancak babasının beklentileri İsyan’ın ailesinden ve
babasından kaçışını getirir ve o da kendi tarihini yaşamaya başlar. Başarılı ve
çalışkan bir öğrencidir. Ermeni meselesinden kaçıp taşındıkları Beyrut’tan, Fransa’da
tıp okumak üzere ayrılır. Burada şans eseri ve hiç bilmeden kendini Direniş
Örgütü-Özgürlük içinde bulur. İkinci
Dünya Savaşı sırasında Fransa’da kurulan bu örgüt Nazizm ve savaş karşıtı olarak
çalışmaktadır.
“Nazizmden, Fransa'yı işgal ettiği gün değil, Almanya'yı işgal ettiği gün nefret ettim.”
(s.54)
Fransa’da hem hayatının aşkını bulduran hem de babasının
rüyasını gerçekleştiren tesadüfler İsyan’ın hayatını bambaşka bir yöne çevirir.
İsyan yaşadıkları ve bu yaşadıklarına yaptığı yorumlar ile gerçekte böyle bir
insan olabilir mi acaba diye okuyucuya sorduruyor. Arka planda gerçekleşen
savaşın ve ayrımcılığın acı veren gerçekliğine inat masalsı, gerçek olamayacak
kadar umut dolu bir karakter portresi çiziyor.
İsyan, Bakü’ye* dönüşerek kendi geleceğini kurup kendi
tarihini İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşamıştır. Aşkı Clara ile beraber yaşayacakları
tarih ise İsrail-Arap savaşının acılarını taşır. Bu süreçte yaşamak zorunda
kaldıkları savaşın kaçınılmaz acılarını yazar kesinlikle çok iyi hissettiriyor. Kitaptaki, aşka ve hayattaki günlük mücadelelere dair yaptığı tasvirler insanın içine dokunuyor, her bir cümlesinin altını tek tek çiziyorsunuz.
‘Engel yokmuşçasına yürümem yeterliydi. Düşüş işte böyle
başlar.’ (s.99)
Doğunun Limanları sadece İsyan adlı görüp görebileceğiniz en
mütevazi, samimi, içten ve romantik bir karakterin hikayesini değil ama tarihi/geçmişi göz ardı edemeyeceğinizi siz onunla yüzleşmezseniz de onun sizinle hesaplaşacağını anlatır.
‘Bazıları, geleceğe inanmaya devam ettikleri için
sabrederler.’ (s.135)
Amin Maalouf belki bu tarihsel olaylara çok derin çözümlemeler
sunmuyor ama bazen tarihin kendi geleceğimizi yüzleşilmesi gerekilen bir
geçmişe dönüştürebileceğini en iyi şekilde dile getiriyor.
“Her kökten insanın yaşadığı Doğu limanlarında, yan yana
yaşanan ve dillerin birbirine karıştığı o dönem, geçmişin anımsanması mı?
Geleceğin habercisi mi? Bu düşü görenler, geçmişe bağlı olanlar mı yoksa
geleceği hayal edenler mi?” (s. 33) Bu düşü gören ve hayalini gerçek kılmaya çalışan
nice güzel canları anarak yazımı bitiriyorum.
Yazdığı karakterlere
benzer tecrübeler yaşamak zorunda kalan Amin Maalouf’un edebi serüveni ve
Beyrut hakkındaki kısa belgeseli Ece Temelkuran’ın sunumuyla izlemek için linke
tıklayın!
* Dedesi Nubar, İsyan’a Ermenice ‘Abaka’ yani gelecek
anlamına gelen bir isim takmıştır. Zamanla bu ad “Bakü’ye” dönüşür. Direniş sırasında
bu adı kullanır ve anılır.
0 yorum :
Yorum Gönder