Murathan Mungan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Murathan Mungan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

09 Şubat, 2014

"kaldığın yerden devam etmenin karanlığı
benzemiyor hiçbir çaresizliğe"



Kitaplığımda iki Murathan Mungan kitabı var; ikisi de aynı eski dost tarafından hediye edilmişti bana. Biri, daha önce sitemizde yazdığım Aşkın Cep Defteri, biri de bugün yazmaya  çalışacağım "Timsah Sokak Şiirleri".

Şiir kitabı yorumu riskli bir iş aslında; çünkü yazarken iç dünyasını, kalbini, yaralarını çokça ele verebilir insan. Ama cesurluğum ve kendime meydan okumalarım ünlüdür benim. Sitemizde yazdığım Küçük Prens ve Kürk Mantolu Madonna yazıları da örnek verilebilir bu cesaretime.  Ne demiş Göksel bir şarkısında: "Ruhum çocuktan tehlikeli suları sevdi"... 
Bilenler mutlaka vardır; Beyoğlu / Cihangir'de bir sokak adı olan Timsah Sokak'ın, Murathan Mungan'ın 2003 yılında Metis Yayıncılık tarafından basılan "Timsah Sokak Şiirleri"ne adını verme olasılığı çok yüksek.

Hiçbir yaranız ya da benzer yaşanmışlığınız yokken bile okuduğunuzda altını çizecek, içinizi acıtacak çok satır bulabilirsiniz bu kitapta. Mungan kelimelerle o kadar güzel oynamış; aşkı, ayrılığı, yaşadığı acıyı, tecrübeyi, bekleyişi, vazgeçişi, hayal kırıklığını o kadar iyi anlatmış ki, satırlarda anlatılan bu yoğunluğu derinden hissedebilmek için benzer şeyleri yaşamış olmanız çok da gerekmiyor. Hal böyleyken, bir de bu konuda yaralarınız varsa; kitabı okurken o yaraların, kabuk tutmuş olsalar bile, teker teker nasıl tekrar kanadığını, içinizin nasıl acıdığı belirtmeme gerek yok sanırım.

                                                    "hiçbir şey öğretmeyen aşk ne çok şey öğretmiş bana
                                                     aynı yaşamıyor herkes
                                                     aşkı da ayrılığı da"

dese de Mungan, okurken aslında size özel sandığınız tüm o acıların, hayal kırıklıklarının, şaşkınlığın ve kaldığınız yerden devam etme zorluğunun, pek de size özel olmadığını, durumlar ve kişiler farklı olsa da, yaşanan hislerin az çok herkeste benzer olduğunu görüyorsunuz.

"Timsah Sokak Şiirleri"nde yeniden aşık olmak, yeniden sevmek, yeniden başlamak yok, aşkın güzel tarafı da çok yok. Aşkın acısı var, ayrılığın getirdikleri ve alıp götürdükleri var, çaresizlik var, yarım kalma, yarıda bırakılma ve hesap soramama var. O kadar ki;

                                                      "paramparça ediyorsun
                                                       anonim solgunluğunda
       bir zamanlar benim olan her şeyi"

dediğiniz kişiye sorabildiğiniz tek hesap:  "ne hakkın vardı buna?" olabiliyor.



Ayrılık, biten ilişki sonrası yakanızı bırakmayan anılar, "ama"lar, "acaba"lar var bu kitapta. 'Yalnız ya da birlikte bir ilişkiden çekip gitmek'; çaresizlik içinde sürekli anımsayış, bekleyiş ve bunların getirdiği yorgunluk var. Kitapta sırasıyla "Ben Çaresizliğin Eli Olsaydım","Ben Anımsayışın Eli Olsaydım", "Ben Bekleyişin Eli Olsaydım", "Ben Yorgunluğun Eli Olsaydım" diyor Mungan ve tüm bu şiirlerin sonunu "giderdim" ile bitiriyor. Keşke gitmek kolay olsa, keşke becerebilseniz zamanı geldiğinde şeyleri olduğu gibi bırakıp gidebilmeyi. Bekleyiş bir gün bitiyor bitmesine de, anımsayış bitmiyor, gidemiyor insan anımsayıştan ve bu yüzden hafızasını sildiresi bile gelebiliyor, bu kadar zordur hiç olmadık zamanlarda özleneni anımsamak. İşte bu yüzden diyor ki Murathan Mungan:

                                                      "ben anımsayışın eli olsaydım
                                                       tutmazdım kimseyi hatırımda
                                                       giderdim giderdim giderdim"

Çaresizlik, anımsayış, bekleyiş ve yorgunluktan sonra vazgeçmek var bu şiirlerde... Ve vazgeçmeden bir adım önce gelen kabulleniş... En zoru da bu değil midir zaten? Önce kabul edemez kalbiniz ve beyniniz, mantıklı açıklamalar ararsınız, mücadele edersiniz, reddedersiniz, ısrar edersiniz, oldurmaya çalışırsınız ve olmayacağını görmek istemezsiniz bir türlü; sevmişsinizdir, emek vermişsinizdir çünkü. Güzel olan şeylerin bitmesi için bir neden olmadığını ve sonsuza kadar güzel olarak devam edeceğini düşlemişsinizdir. Güzel olan bir şey durduk yere neden bitsin, değil mi? Kendinizle girdiğiniz uzun mücadeleden sonra, sonunda gerçek olandan kaçamayacağınızı anlar ve istemeseniz de onunla yüzleşirsiniz. Kabulleniş bu noktada gerçekleşir işte. Kabullenişten sonrası da malum: vazgeçmek ve kaldığınız yerden, sizden geriye ne kaldıysa onunla devam etmek. 'Kalbiniz tuzaklarda konaklar, devamsız hikayelerde yaşlanır' ve 'zaman, aldıklarını bir daha yerine koymaz." Vazgeçmek zordur gerçekten. Zordur; kanırtır, acıtır, dışarıya ve muhatabınıza yansıtamadığınız isyanlar  yaratır içinizde. Ama bu kabulleniş ve vazgeçişten sonrası daha kolaydır aslında; mücadeleyi bırakmışsınızdır, yaralarınız sarmaya geçmişsinizdir artık. Tıpkı Mungan'ın dediği gibi yani:


                                        "hem çok zor hem çok kolay
                                         vazgeçmeyi öğrendiğin yaşların başlangıcı" 

Ayrılıkların insana çok şey öğrettiğini görüyorsunuz bu şiirlerde. "Vahşi bir bitki gibi kendi zehriyle çürümeyi", "zamanın ne olduğunu", "yalnızlıkta seslerin birbirine ne çok benzediğini", "intiharın, hayatınızın hiç değişmeyen ihtimali olduğunu", "eşyanın zamanla nasıl uysallaştığını", "zamanla hiçbir şeyin eskisi kadar acı vermediğini" ayrılıklar öğretir size ve en sonunda dersiniz ki: "unutmadım hiçbirini, ama yaşlandım."
Gençken, kalbiniz toyken, içinizde daha acıya yer varken, daha cesaretli, daha atak olabiliyorsunuz; ancak yaşanmış onca şeyden sonra geriye söyleyebildiğiniz sadece şu kalıyor:
yordu, yordum, yoruldum

Yaranız olsun ya da olmasın, ayrılık yaşamış olun ya da olmayın, biri sizi hayal kırıklığına uğratmış olsun ya da olmasın, birini deli gibi özleyin ya da özlemeyin, içinizde bir şeyler yarım kalmış ve bu yarım kalmışlıklar nedeniyle yüreğinize bir boğa oturmuş olsun ya da olmasın, "Timsah Sokak Şiirleri" içinize dokunuyor. Sizin yaşadıklarınız, bir önceki cümledeki "ya da"lardan önceki gibiyse zaten fazla söze gerek yok; okuyun ve yalnız olmadığınızı anlayın, derim.
Göksel'in şarkısından bahsetmiştim ya yazının girişinde, "Kardan Adam", bence bu yazımı fona o şarkıyı alarak okuyun:

07 Nisan, 2013



Yüksek Topuklar



Burcu'dan sonra ben de bu yazımda Murathan Mungan'dan bir kitabı paylaşmak istedim, Yüksek Topuklar.  Murathan Mungan'ın 2002 yılında Metis'ten çıkan, kadın, kadınlık, kadın olmanın öğrenişi ya da kadın doğmak ile ilgili romanı. 

Romanın yetişkin kahramanı olan Nermin yaşadığı hayattan pek mutlu değildir, roman boyunca sürekli insanlardan kaçan, hiç kimseye güvenmeyen, kendisini hep yalnız hisseden ve sık sık geçmişine sığınan biri olarak ön plana çıkar. Nermin, “[t]um dünyaya ve çevresindeki hemen herkese iğneleyici bir alaycılıkla bakan kırk yaşlarında bir kadındır.”Aslında insanlardan uzak kalmak istemesindeki en önemli neden yine geçmişinde yatmaktadır. Çünkü Nermin, geçmişte İstanbul’un zengin semtlerinden biri olan Nişantaşı’nda doğup büyümesine rağmen anne ve babasının kendisine olan ilgisizliği ve kayıtsızlığı nedeniyle yalnız kalmıştır. Anne ve babası yanlış bir evlilik yaptıkları için evde iki yabancı gibi yaşamaktadır. Ailedeki bu iletişimsizlik Nermin’i yalnızlığa sürükler anne ve babasından istediği sevgi ve şefkat alamamasına neden olur, bu da onun ileride yaşayacağı aşk ilişkilerinde mutsuz olmasına, hayata küsmesine ve insanlardan kaçmasına neden olacaktır. 

Romanda olaylar, Nermin ile romanın beş yaşındaki kahramanı Tuğde’nin aynı evde geçirdikleri beş günlük bir zaman dilimini kapsar. Tuğde, Nermin’in bir arkadaşının  kızıdır. Seyahate çıkmak zorunda kalan arkadaşı Nermin’den bu sure zarfında kızına bakmasını rica eder. "Gaflet" anında bunu kabul eden Nermin, kendini beş günlük bir cehennemde bulur. Çünkü Tuğde, Nermin’in gözünde sanıldığından daha üstün donanımlara sahip bir "canavar"dır. Daha çok İstanbul’un değişik mekânlarının tercih edildiği eserde Tuğde ve Nermin’in yaşadığı psikolojik savaşlar ana ekseni oluşturur.

Bu şekilde romanın kısa bir özetini verdikten sonra gelelim eleştirilere. Yüksek Topuklar, okuması kolay zevkli sayılabilecek ve bolca tespit içeren bir roman. Zaten asıl mesele de bu tespitlere katılma / katılmama noktasında yaşanmakta. Mungan roman boyunca kadınlardan intikam almak istercesine (bu tamamen benim yorumum) sert ve iğneleyici kullanıyor kalemini. Tuğde ve Nermin üzerinden anlatılan iki farklı 'kadın'nın ( 5 yaşındaki Tuğde'ye 'kadın' demek her ne kadar rahatsız edici gibi de görünse de aslında bir "kadın minyatürü" olarak karşımıza çıkmaktadır), iki farklı jenerasyonun savaşı anlatıyor. 

Okumuş, kentli, ekonomik düzeyi ortanın üstünde ve hayatla ilgili bir takım dertleri olan kadınlar var bu romanda. Cinsellik, annelik, çalışma hayatı, evlilik, ilişkiler, toplumsal cinsiyet rolleri vb. ne arasanız var romanın içinde. Bu bir sorun mu derseniz, asla değil. Ancak benim bu romanla ilgili en büyük sorunum kitaptaki neredeyse tüm kadın karakterlerin "sorunlu" olması. Hepsi hayatlarının bir döneminde yara almış ve bunu atlatamamış ya da atlattığını sanıyor. Tüm kadınlar birbiri ile rekabet içinde, hepsi birbirinin kuyusunu kazmaya çalışıyor, tüm kadınlar için her koşulda önemli olan şey güzellik (güzellik gibi görünmese de)... Liste böyle uzayıp gidiyor benim penceremde. 

Bir de romanın talihsizlikleri var tabii, yazmadan geçmek istemem. İzleyenler bilenler 1998 yılında yayınlanmaya başlayan ve benzer bir konsepte sahip "Sex and the City" dizisini. Orada da kentli ve bağımsız kadınlar var. Bu kadınlar güçlü, romantik, aşık, zayıf, üzgün vs. olabiliyorlar ve biz -en azından ben- diziyi izlerken karakterleri itici bulmuyoruz çünkü güçlü ve zayıf yanlarıyla birlikte veriliyorlar, bu da onları daha gerçek yapıyor. Ancak Yüksek Topuklar'da bu havayı yakalamk pek mümkün olmuyor. Bir diğer taraftan kitap, diziden sonra çıktığı için ele aldığı konular açısından diziyi izleyenler adına biraz tekrar ve yavan bir hava verebiliyor. 

Sonuç olarak bakıldığında, pek çok kadının ve kadınlık durumunun olduğu ve yer yer doğru tespitleri de olan, akıcı, Nermin'in tarzı itibariyle de dili eğlenceli bir kitap. Ben sevmek ve sevmemek arasında gidip geliyorum bu kitabı ama yine de vaktiniz varsa, "modern kadın" dertlerine ve "dertli kadın"lara merakınız varsa okumanızı tavsiye ederim.










31 Mart, 2013


“Kalbin, aklın bilemediği kendine özgü nedenleri vardır.”
2012 yılında yayınladığı bu kitabının sayfalarından birinde, eğer bir kişi aşktan bahsedecekse, Pascal’ın bu sözünü anmadan geçmemeli, diyor Murathan Mungan. Bu söz, mantığından çok kalbiyle hareket eden benim gibileri aslında rahatlatan bir etkiye sahip. Aşkın Cep Defteri’nde yazılanları, aslında çok da fazla bir yaşanmışlığı olmasa da insan, “evet, çok doğru” “kesinlikle” “işte benim kelimelerimle ifade edemediğim şey bu” gibi yorumlarda bulunarak ve birçok yere işaretler koyarak okuyor. Hele ki bu kitap, senin gibi olduğuna inandığın başka biri tarafından, sana özel notlar yazılarak okunup sana geldiyse daha özel oluyor.

Kitapla konuştuğunu fark ediyor insan okurken. Daha ilk sayfalarda “Karşımıza erken çıkmış insanları yolumuzun dışına sürerken, bir gün geri dönüp, onu deliler gibi arayacağımızı hiç hesaba katıyor muyuz?” diye soruyor Murathan Mungan. Benim cevabım tabii ki; “Hayır, katmadım” oluyor. Ama sonra hemen bir savunma olarak ekliyorum:  “Kim bilir, vardır bir nedeni bunun da?” Mungan’ın da dediği gibi hayattan bihaber olunan toyluk zamanlarında insan birçok şeyi hesaba katmıyor, zaman sonsuzmuş ve çevresindekiler hep öyle kalacakmış gibi harcıyor önüne gelen birçok şeyi. Aradan zaman geçip geriye baktığında da âşık olduğu, kendisine âşık olunan o günleri özlüyor. Ama başka bir kitabında "Ben sende tüm aşklarımı temize çekmiştim" diyebilen Mungan, bu noktada umutsuzluğa kapılmaya gerek olmadığını da anlatıyor aslında ve diyor ki:  “Aşk sadece bir kere yaşanmıyor.” İlk aşk en unutulmazı, en özeli ve ‘hep kazanan’ olsa da, insan o ilk aşktan sonra defalarca âşık olabiliyor. Sevebilme yeteneğini hep koruyor, “bir aşk birçok aşktan yapılıyor” ve insan zamanla “başka evlerin duvarlarına başka takvimler asıyor.”
Aşkı anlatıyor Murathan Mungan bu kitapta; aşkı, ayrılığı, acıyı, tekrar âşık olmayı... Aslında hep bilindik, hep tekrarlanan ama herkesin kendi deneyimlerinde farklı yaşadığı şeylerden bahsediyor. Diyor ki mesela: “Aşk öğretir, aynı hataları yinelememen için; ama yine aşk yüzünden yinelersin.” Gerçekten de öyle değil midir? “Bu defa akıllandım, bir daha asla böyle bir şeyin olmasına izin vermeyeceğim.” dediği birçok şeyi, tekrar âşık olduğunda yapmaz mı insan? Sadece bilmek ve deneyimlemek hiçbir işe yaramıyor aslında ve Mungan’ın da dediği gibi zaten çoğu kez bildiğimiz şeylerin kurbanı oluyoruz.

Olmamışlık başka türlü dokunur insana, diyor Murathan Mungan ve ekliyor: “Yarım kalmışlık zamanın yetim boyutudur belki…” Yaşadıklarını değil, yaşamadıklarını tutuyor hafızasında insan, onları hayal ediyor, onlarla geçmişini yeniden şekillendiriyor. O yarım kalmışlık hissi, olsaydı nasıl olabileceğine dair senaryolar, “acaba?”lar, peşinde sürüklediği boş tenekeler gibidir insanın. Hem yük oluyor, ileriye gitmesini engelliyor hem de o tenekelerin çıkardığı gürültüden insan kendi sesini bile duyamaz oluyor. Hele ki konu yarım kalan bir aşk olunca, tenekelerin gürültüsü ve yüreğin derinlerine işlemiş sızı, insanın nefes almasını bile zorlaştırabiliyor; “kalp yorgunluğu” diyor Mungan buna.

Dedim ya, okurken kitapla konuşuyor insan. Şu soruya “Evet!” diyebilecek kadar romantik olmak istiyor mesela: “Varsın hiçbir yere çıkmasın bu yol. Gene de çıkmaya değmez mi? Yolda geçirdiğimiz zaman, vardığımız yerde geçireceğimiz zamandan daha kıymetli olabilir.” Evet, ama “Ya sonra?” diye soruyor yine de; çünkü içinde yaşanmak zorunda olunan bir ‘gerçek hayat’ var ve o hayatta buna çok da yer yok. Yaşadığı ve gördüğü onca şeyden sonra artık dünyanın hiç de bu kadar romantik bir yer olmadığının farkında varıyor bir yerden sonra insan.  

Eski fotoğraflarına bakıp eskidiğini, büyüdüğünü, hatta kirlendiğini düşünen bir kişi için, Mungan’ın yaptığı “Yaşlanmak, zaman tanıma sanatıdır. Bu anlamda sabır, vakti azalmış insanlara hayatın verdiği cezadır.” tespiti çok doğrudur. Her şeyin bir an önce ve kendi istediği gibi olmasını isteyen biri için bu cümlenin önemi büyük. Sorunu çözmese de, en azından kendisi gibi düşünen ya da kendisini anlayan birinin var olduğunu bilmesi, insanı rahatlatıyor bu noktada. Asıl rahatlatan ve umutlandıran cümle ise arkasından geliyor: “Bırakın zaman hediyesini kendi versin.”

Karşılıklı konuşarak okunan bu kitapta bunun gibi aşkla ilgili birçok tespite, cümleye, hikayeye, şiire yer veriyor Murathan Mungan “Aşkın Cep Defteri”nde. Kitabın sonunda ise okuyan kişinin ister bu kitapta yazılan her şeyi unutmasını isterse yazılanlara devam etmesini söylüyor. Ben unutmayı da devam etmeyi de tercih etmedim ama kitabı benden önce okuyan dost, şöyle devam etmiş:

- Aşk var mıdır?
- Vardır ve aslolan seni mutlaka bulacaktır.