Evvel Zaman ile tanışalı çok olmamıştı
doğru zamanda doğru yerde beni bulduğunu düşündüğüm kitaplardan biri olduğuna
ikna olduğumda. Bunun üç nedeni vardı sanırım. Birincisi, kitabın Nuri Bilge
Ceylan’ın (NBC) şiirsel başyapıtı Bir
Zamanlar Anadolu’da’nın (BZA) yaratım süreci üzerine olması. İkincisi, kitabın
yazarının Ercan Kesal olması. Radikal ve
BirGün’deki yazıları ve Peri Gazozu* adlı kitabındaki
öyküleriyle hikâye-anlatıcısı; Üç Maymun,
Vavien, Ben O Değilim, Küf, Yozgat Blues filmlerinde oyuncu olarak
karşımıza çıkan, beni ise en çok Bir
Zamanlar Anadolu’da’daki muhtar
rolüne hayat verme biçimi ile mest eden Kesal.
Üçüncü neden, bu maceranın (buna bir macera
diyebiliyoruz yer yer) günlük yoluyla okura sunulması idi. Söz konusu tür film güncesi olduğundan, film üzerinden
yazarın okuru kendi dünyasına bir buyur edişi de denebilir buna. Zira, senaryo
yazımı, oyuncu seçimi, mekân belirleme, çekim vb süreçlerde ekip olarak iş
çıkarmanın öğretici ya da zorluk yaşatan taraflarına değinmesinin yanı sıra,
Kesal bu süre zarfındaki kaygılarını, ümitlerini, hayallerini, korkularını,
tereddütlerini de paylaşıyor bu sayfalarda.
Sunuş bölümünde, yıllar önce Anadolu’da görev
yapan çiçeği burnunda bir hekim iken çıktığı gece yolculuğunun BZA’da anlatılan hikâyenin aslında çıkış
noktası olduğundan bahsetmesinin yanı sıra, gömülü bir ölüyü bulmaya adanmış o tuhaf
– bir yanıyla da tekinsiz mi demeli – yolculuğu güç ilişkilerini açığa çıkaran,
insanı zaafları, çelişkileriyle ve itinayla sakladığı yaralarıyla anlatan katmanlı
bir film senaryosuna dönüştürene kadar günbegün kat ettikleri mesafeyi
antropolojik bir çalışma yöntemiyle “üzerine uyumadan yazdığı” noktası dikkat
çekiyor.
Kesal, mekânlar (İstanbul, Paris, Avanos,
Keskin), zamanlar (geçmiş, bugün, gelecek) ve kimlikler (senarist, oyuncu,
hekim, hastane yöneticisi, doktora öğrencisi, baba, oğul, eş) arasında gidip
geldiği yaklaşık altı buçuk aylık yorucu ve zorlayıcı bir dönemin notlarını
güncesine kısa, öz, sarih bir dilde tutuyor. Güncenin sayfalarında ilerledikçe,
Kesal’in çekim sürecinde kimi zaman yönetmen perspektifinden, kimi zaman
setteki diğer oyuncuların performansı üzerine gözlemde bulunarak sürekli notlar
almasından ve ayrıntılara verdiği özenden bilgiyi biriktirerek ilerleyen,
öğrenmeye meraklı, düşünen-karşılaştıran-uygulayan, farkındalık duygusu sağlam,
iyi niyet ve inancını kaybetmeden yoluna devam edebilen bir yazar olduğunu düşünüyoruz.
Kitabının amacını, “sinema, zaman, bellek ve
bilinç kavramlarının tartışılmasına katkıda bulunmak” (bu kavramları tam olarak
ne manada kullandığını “Anadolu’da Hekimlik” bölümünde derinleştiriyor) olarak
belirleyen Kesal’ın bu anlamda sadece bir yaratma sürecini kayıt altına
aldığını söylersek meseleyi eksik anlatmış oluruz sanıyorum ki. Onun için bu, geçmişi
bir süreliğine şimdiki zamanda misafir edip bunun üzerinden zamansız ve
evrensel bir hikâye yaratma yolculuğu. Yirmi beş yıl önce filmdeki otopsi
sahnesinin de çekildiği Keskin’deki hastanede göreve başladığı döneme,
ideallere, hüsrana uğramalara ve tanıştığı insanlara ve onda bıraktıkları
izlere de ziyaret bir nevi. Güncenin Kesal’in yazdığı 1985 tarihli “Keskin” başlığı
taşıyan bir şiirle açılıp ve akabinde o dönemden kalma, hastanenin önünde çekilmiş
siyah-beyaz bir fotoğrafının bizi karşılaması da bu ziyaretin işaretleri olsa
gerek. Tabi Kesal için bu, gençlik yıllarına yolculuk olma yönü taşısa da Nuri
Bilge ve Ebru Ceylan’la birlikte girdikleri yaratma/ yazım süreci, senaryonun
gelişimi yönündeki yapıcı eleştirileri Keskin’den çıkan bu hikâyenin
evrensellik kazanmasında belirleyici olmuş görünüyor. Özellikle, günce
sayesinde, NBC’nin Cannes’da ödül alan son filmi Kış Uykusu’nun senaryosunu kimi geceler sabahlara kadar tartışarak birlikte
yazdığını söylediği eşi Ebru Ceylan’in BZA’da senaryoya ne şekilde kritik
katkılar sunduğuyla ilgili bilgilenmiş oluyoruz.
Bu noktada, Evvel Zaman’ın sadece bir film güncesi olarak değil, farklı zaman
ve mekânlara ait metinleri biraraya getiren/ birbirine bağlayan, metinlerarası özelliği
ile dikkat çeken bir kitap olduğunu da vurgulamak gerekiyor. Bu metinlerden
ilki, Kesal’in Keskin’de göreve ilk atandığı günlerde ciddi bir kararlılıkla
tutmaya başladığı günlük. Hem birinci bölümde hem de kitabın sonundaki Ekler’de bu günlükten tadımlık parçalar var. Özellikle, sonda tam siz “film bitti!”
derken 80’lerdeki idealist genç bir hekimin günlüğünün ilk sayfalarını okumaya
başlatmak hem hoş bir sürpriz, hem de hayat ve gaileleri karşısında olur ya kendini
güçsüz hisseden genç beyne biraz ilham aşısı olabilir. İkinci metin, daha önce
de adı geçen “Anadolu’da Hekimlik” başlıklı birinci bölümde Kesal’in de
kadrajda olduğu dört farklı görsel metin, mesela biri aşı kampanyasından (s.9),
biri bir bozlak gecesinden (s.11) iki fotoğraf. Üçüncü olarak, “Setteyiz”
başlıklı dördüncü bölümde yine Keskin’de ancak bu kez 2009 yılında bir film setinde
çekilmiş kamera arkası fotoğraflar görüyoruz. Üç ayrı zaman ve mekândan metni
biraraya belli bir seçim yaparak bir günce aracılığıyla getiren Evvel Zaman’ın kendisinin de kâğıt
üzerindeki bir senaryo ve o senaryonun filme dönüşmüş hali ile doğrudan göbek
bağının olması ve bunu da açıkça ismiyle andırması kitabı okuma biçimlerini
genişletip derinleştiriyor. Belki de tam da bu nedenle, kitap bittiğinde sanki
sadece zamanda ve mekânda bir yolculuğa çıkmamış, daha fazlasını yaşamışım,
filmdeki karakterlerin; karakteri oynayan oyuncunun; Kesal'in ve yönetmen
NBC'nin zihin dünyalarına da girmişim duygusuyla bitirebilirsiniz kitabı.
Kitabın ardından merakımı celbeden ve aslında
Kesal’in kendisine yöneltmek icap eden soru: günceyi yayıma hazırlama
aşamasında olmuşsa ne tür bir yeniden yazım, ekleme-çıkarma sürecinden geçmiş
orijinal metin acaba?
Evvel Zaman’a açılışta atfettiğim
önemin dördüncü bir nedeni daha vardı. Bitirmeden eklemeli. Kitaba sonundaki
günlükten başlamıştım, şu cümlelerde kaldı aklım bir süre: “Eksikliklerimin
üzerine üzerine gitmezsem, onlardan gittikçe daha çok korkacağımı ve
yanlışlarıma, eksikliklerime yenileceğimi çok iyi biliyorum... Öyleyse yapılacak
tek şey var = çalışmak, çok çalışmak, daha çok çalışmak.”
O hâlde şöyle demeli belki de: insanın korkuları olabilir, insan geç kalmış da olabilir ya da sadece öyle
hissediyordur, tereddütler yaşayabilir. Önemli olan direnmek ve çalışmaktır,
ama Kesal’in dediği gibi gerçeğin ve iyiliğin
işine yarayacağı inancıyla...
Tam da bu nedenle, Kesal “sinemayı hayatı
gibi ciddiye alan samimi ve sahici sinema tutkunlarını” davet ederken Evvel Zaman’a, benden de hayatı sinema
gibi okuyabilen ya da en azından buna heves edenlere gelsin bu kitap.
[*]
Daha önce blogda Kesal’ın bu kitabı üzerine yazılmış bir yazı Gözde arkadaşımızdan: http://www.begenmeyenokumasin.com/2014/04/peri-gazozu.html
0 yorum :
Yorum Gönder