Pain is inevitable. Suffering is optional
Bir yazarın ilk okuduğum romanını
sevdiysem devamını okumak benim için bir görev haline geliyor sanki. Sanırım “bir
kere denedim, iyiydi ve bir daha hayal kırıklığına uğramam“ psikolojisi.
Edebiyat dünyası çok geniş bir derya ama nedense ben bu deryanın kendi adıma
sonuna gelmişim gibi bir hissiyat oluştu son dönemde bende. Sanırım nedeni de
bu zamana kadar hiç adetim olmasa da birkaç kitabı beğenmeyip yarıda bırakmam.
Bu sebeple şu sıralar okyanusa açılmak değil güvenli sularda yüzmek istiyorum.
Sevdiğim bir yazarın farklı kitapları da aynı suyu besleyen birer nehir gibi
geliyor.
Güvenli sulardan birisi de
Murakami benim için. Halen külliyatının yarısını bile okumuş değilim, her
okuduğumda da birbirine yakın tatları aldığımdan biraz da yavaştan alıp aralara
serpiştiriyorum galiba kitapları.
1Q84 ve İmkansızın Şarkısı
yazılarını okuyanlar yalın bir dile hakim Murakami romanları hakkında az çok bilgi
sahibidir. Bu sefer ise diğerlerinden tür ve dil olarak farklı olan bir
kitaptan bahsetmek istiyorum. “Koşmasaydım
yazamazdım” yazarın koşu ve yazı arasında kurduğu bağlantıya dair bir günlük
gibi aslında. Girizgahım da uzaktan bu konuya da temas ediyor. Tabi bayağı
uzaktan. Murakami eserlerini yazarkenki yaşadığı tıkanmayı koşarak aşarken
benim okumada tıkanma yaşamam oldukça küçük bir konu gibi gözükse de bu insanlık
için küçük benim için büyük bir adım. Bulduğum çare de çok yaratıcı farklı
değil, farkındayım ama napalım daha iyisini bulana kadar çözümüm bu.
Murakami bu kitapla en başta kendisi
sonra da okurları için kafalardaki bir klişeyi yıkmayı hedefliyor da
diyebiliriz. Edebiyat gibi bir alanda eser ortaya koyan bir yazarın dramatize
bir bakış açısıyla sağlıksız hatta hastalıklı bir insan olması gerekliliği. Murakami
ise “Beden çökünce, (olasılıkla) ruh da istikametini kaybediverir.” cümlesiyle
karşı görüşünü belirtiyor ve yazmanın en önemli noktalarından birisinin de
beden üzerindeki hakimiyet olduğunu savunuyor.
Açıkcası bir yazar olarak ne kadar
hayransam bir insan olarak da Murakami’yi takdir ettim bu kitabı okuduktan
sonra. Böyle bir kişisel disiplin ve tutku herkese nasip olmuyor. Benim gibi
ayran gönüllü ve her başladığını yarım bırakan bir insan için bu tutarlılık
bulunmaz bir nimet. Belki de yazarın bu kadar başarılı olmasının ve her
kitabıyla beğeni kazanmasının sebebi, sebat ettiği bir şey azimle devam
ettirebilmesidir. Motivasyon sen nelere kadirsin demeden geçemiyorum bu
noktada. Düz koşudan daha ziyade her sene belli bir hedefin konduğu uzun
soluklu maratonlardan bahsediyor yazar ve bitirme olgusunu büyük terbiye ile nasıl
içselleştirdiğini gösteriyor farklı maraton örnekleri ile. “Koşarken, “off!
Başaramayacağım. Artık içim bitti!” diye düşünecek olursanız, “acı” kaçınılması
zor bir gerçektir, ama “işinin bitip bitmediğini” düşünmek nihayetinde kişinin
kendi tasarrufundadır. Bu sözün maraton dediğimiz mücadelenin özünü yakaladığı
kanısındayım.” Paragrafında belirttiği gibi acı kaçınılmazdır ama acı çekmek
bir seçim meselesidir. İngilizce tabirle “Pain
is inevitable. Suffering is optional.”
Kitabın hep etrafında
dolaşıyormuşum gibi bir his var içimde ama kitabın özelliği de bu. Edebi bir
yapıt olmadığından sizi içine çekmiyor, Murakami’nin günlüğünü okur gibi
hissediyorsun ama insana-spor ya da yazma- yapmak istediği şey neyse onu
yapması için ilham verdiği inkar
edilemez. Kişisel gelişim kitaplarının gereksizliğini düşünen benim gibi bir
insan için bu kitapları okumak yerine bunu okumanızı önermek de yerinde
olacaktır. Verdiği en önemli mesajlardan birisi ise şu cümlelerde gizli; “Zaman
ve enerjiyi ne şekilde dağıtabileceğimize dair bir sıralama gerekiyor. Belli
bir yaşa kadar böylesi bir sistemi kendi içimizde oturtamadığımızda ömür
denilen şey, odağından yoksun, amaçsız bir hale geliveriyor.”
Bir diğer enteresan olan ise kitabın
Japonca ve İngilizce isimleri ile bir tekerleme dünyasında hissettirmesi. Japoncası
“hashiru koto ni tsuite kataru toki ni boku no kataru koto” aynı
anlama gelen İngilizcesi “what I talk about when I talk about running". 1Q84
de olduğu gibi bu kitabın isminde de bir gönderme söz konusuymuş, Raymond
Carver’in “what we talk about when we talk about love” isimli kitaba başka
bir referansı da var mı merak ettim doğrusu. En kısa sürede bu kitabı da okuyup
yorumumun formatını yükseltmeyi düşünüyorum sevgili okuyucu. Herkese istediği
şeyi bulduğu, en azından bulmak için arayış içinde olduğu ve kararlılıkla ona
ulaşmak için çalıştığı, dolu dolu bir ömür diliyorum.
Kitabı yeni bitirdim. Murakaminin okuduğum ikinci kitabı. Fakat beklediğim kadar iyi değildi. Sürekli kendini tekrar eden bir günlük ve anlatım yönü zayıf bir kitap. Bunun bir öykü veya roman olmadığını sadece bir koşu günlüğünün derlemeleri olduğunu unutmamak gerekir tabi. Fakat murakami'yi daha iyi tanımak isteyenler okuyabilirler.
YanıtlaSil