Bir Göçebenin Hikayesi: Knulp
Daha çok Siddharta adlı eseri ile bilinen Nobel
Ödüllü yazar Hesse’nin, okuduğunuzda unutamayacağınız bir karakteri ile sizleri
tanıştırmak istiyorum: Knulp.
Kitabın üç öyküye bölünmüş ilk kısmında Knulp hakkındaki
izleniminiz hayatını göçebe olarak yaşayan ve her gittiği yerde eski dostları tarafından sıcak bir şekilde karşılanan güler yüzlü, kibar, çekici bir adam şeklinde oluyor. Ancak
Hesse bununla kalmıyor ve gittikçe karakterin iç dünyasına doğru sizi çekmeye
başlıyor. O zaman aslında Knulp’un göründüğü gibi olmadığını, kalmak ile gitmek
arasında bir iç çekişmede olduğunu, kendini ve seçimlerini sorgulayıp iç huzuru
aradığını görüyorsunuz. Bu çekişmeler ise toplum düzeyinde bizim için uygun
görülen ile kendimiz için uygun bulduğumuz ya da bulmadığımız noktasında gerçekleşiyor.
İlk öyküde Knulp hastahaneden yeni çıkmıştır ve eski bir
dostunda kalmaya gider. Yerleşik bir düzeni olan, evlenmiş ve düzenli bir işe
sahip olan bu dostunun yaşam şekli ile kendi yaşam şeklini sorgulamaya başlar. Ancak bu sadece bir karşılaştırma ile
sınırlı kalmaz. Toplum karşısında seçtiği hayat tarzını sürekli açıklamak durumunda
olmasının yarattığı bir baskı içinde yaşayan Knulp gelecek vaat eden biridir;
doktor ya da öğretmen olabilecekken böyle göçebe bir hayat sürmek istemesine kimse
anlam veremez. İnsanların bu tavrı Knulp’un da zaman zaman bu çerçeve içinde tanımlanmasına
neden olur.
“Bu haliyle tıpkı, bir ev halkı arasında yaşamasına izin verilen, herkes onun evdeki varlığına hoşgörüyle davranıp göz yumarken, kendisi ev halkının yaşam yükü altında ezilmiş çalışkan bireyleri arasında aylak aylak dolaşıp tasa ve kaygıdan uzak, beyler gibi lüks bir hayat süren sevimli bir kediye benziyordu.”
Kitap boyunca onu sevgi ile karşılayan eski
dostları Knulp'u yeri geldiğinde yaşam şeklinden dolayı eleştirme fırsatını hiç
kaçırmaz. Her karşılaştığı arkadaşı bir yorumda bulunur. İnsanların eleştirilerine
yol açan durum, dostlarının Knulp için daha iyiyi istemelerinden kaynaklanmaz.
Asıl eleştiri yüksek potansiyeli olan bir bireyin neden bu potansiyelini toplum
için kullanmayı seçmeyip göçebe bir hayat sürerek sadece kendi için yaşamayı
tercih etmesine dayanmaktadır. Yazar Almanya’daki Protestan ve akılcı yaşam biçiminin bu baskıyı yarattığını ve Knulp'un hayattaki kendi rolünü ararken ancak bir noktaya kadar buna duyarsız kalabileceğini gösteriyor.
" 'Cumartesi akşamını yaptık. Bütün bir hafta canını dişine takıp çalıştıktan sonra, bu akşamın insana ne hoş geldiğini bilemezsin sen.'
'Yo, ama düşünebilirim,' diye cevapladı Knulp gülümseyerek."
Knulp ne şekilde yaşarsa yaşasın kendisine, giyimine ve
temizliğine bakan, bu konuda titizlik gösteren birisidir. Bu özelliği çevresi
tarafından övülürken bir yandan da yerilir. Toplum kalıpları dışında
yaşıyorsan ve çalışmayıp avarelik yapıyorsan, en azından görüntü olarak da kötü
görün ki insanlar sana acıyıp hayat şekline tahammül edebilsin! İnsanlar, hayatlarına başka bir şekilde yaşamanın mümkün olmadığı inancı ile katlanıp ellerindeki ile mutlu olmaya çabalıyorlar. Knulp bu hali ile ortaya çıktığında
ise onların mutsuzluklarına ayna oluyor, başka bir şekilde yaşamanın da mümkün
olabileceğini gösteriyor.
" 'Şıklığı da hiç bırakmazsın elden!' dedi. 'Açlıktan nefesi kokan birisinin nihayet, ne diye hep bir kont gibi giyinip kuşanmak istersin bilmem.' "
Her ne kadar insanlar onun yaşam şekline saygı duymayıp
eleştirip üzerine bir de öneriler sunsa da Knulp böyle bir şeyi başkalarına
yapmayı asla uygun bulmaz. Evinde kaldığı dostunun eşi onunla beraber olmak
isteyince bu durumdan rahatsız olur ve haber vermeden evden ayrılır. Bir an
için eşi konusunda arkadaşını uyarmayı düşünür ama vazgeçer.
“Ama başkalarının işine burnunu sokmaktan hoşlanmayan biriydi; insanları olduklarından daha iyi, daha akıllı kimselere dönüştürmek gibi bir gereksinim duyduğu yoktu.”
“İnsanların budalalıklarına seyirci kalabilirdi, onlara gülüp geçebilirdi ya da acıyabilirdi, ama onları izledikleri yoldan döndürmeyi doğru saymıyordu.”
Knulp’un hayat bakışına göre herkes kendi için uygun olanı
kendi keşfetmeli ve bununla beraber herkesin tercihine saygı duymalı. En
azından onun çevresinden beklentisi bu şekildedir.
“Neyin gerçek olduğunu, yaşamın aslında nasıl bir düzene uygun olarak akıp gittiğini herkesin kendi kafasından bulup çıkarması gerekiyor, kimse kitaplardan öğrenemez bunu, ben öyle düşünüyorum.”
Kitabın ikinci öyküsünü okuyunca ilk öyküde tanıştığımızdan
farklı bir Knulp vardır karşımızda. Anlatıcı da Knulp gibi göçebedir ve hatta
onunla beraber yolculuk etmektedir. Ayrıca 3. öykü yani Knulp’ın kendisi ve
geçmişi ile yüzleştiği öyküye çok güzel bir şekilde köprü kuran bir geçiş
öyküsüdür. Hayatla ilgili kafasındaki soruların su yüzüne çıktığı ama henüz
bunların üzerinde pek de samimiyetle durmadığı zamanlardır. Knulp’un iç
huzuruna kavuşmasını sağlayan hayata karşı sunduğu bakış açısını güzelliğe,
sevgiye ve mutluluğa dair verdiği betimlemelerde yakalarız. Knulp kendi hayatı,
pişmanlıkları ve mutlulukları için yaptığı içselleştirmeyi bu betimlemelere
yansıtır.
“Benim için donanma gecesinden güzel şey yoktur. Böyle bir gecede mavi ve yeşil maytaplar görürsün, gece karanlığında dalıp yükselir havada; en güzel olduğu an ufak bir eğri çizer, yok olup gider; seyrederken sevinç de duyarız, korku da. Derken ikisinden de eser kalmaz geride. Donama fişeklerinin havada yükselip kaybolması daha uzun sürse, o kadar güzel olmazdı. Sence de öyle değil mi?”
Son öyküde hastalığı iyice ağırlaşan Knulp ilkokuldan doktor
arkadaşına rastlar. Ona sahip çıkıp bakan doktor, hastahaneye yatırılması
gerektiğini söyler. Knulp ise memleketini son kez görmek için yola çıkmıştır ve
hastahaneye yatacaksa bunun kendi köyünde olmasını rica eder. Ricasını kırmayan
doktor sayesinde Knulp tekrar memleketine geri döner. Ancak hastahanede yatmak
yerine köyünün her bir noktasına dokunarak zamanını geçirir. Burada geçmişi ile
yüzleşir, göçebe bir yaşam tercih etmesine neden olan olayı anlatır. Yine
toplumun uygun gördüğü ile yaşamayı tercih ettiği arasındaki çelişkiye girip
kendini, tercihlerini sorgulamaya başlar.
“Gerilerde kalmış uzun bir dizi oluşturan göçebelik yılları artık gözünde küçülüp önemini yitirirken, çocukluğun o gizemli çağı yeni bir pırıltı ve büyüyle öne çıkmıştır.”
Üstün yeteneklere sahip olmasına rağmen bunu faydalı bir
şekilde kullanmaması kısaca “bir baltaya sap olmayışının” sürekli yüzüne
vurulması artık bir noktadan sonra kendisini de bu konuda suçlamasına neden
olur. Geçmişte yaşadığı olaylardan ders çıkarmadığı için kendisini suçlar.
Öykünün sonunda hasta halde ormanda yürürken Tanrı ile
konuştuğu kısımda bütün bunlara cevap bulur. Aslında Tanrı’dan ziyade kendi
kendisiyle hesaplaşmaktadır. Ve önceki kısımlarda hayata karşı gösterdiği bakış
açısı, insanları değiştirmekten ziyade olduğu gibi kabul etme anlayışı kendi
üzerinde de etkisini gösterir. Uzunca bu konuda kendi ile konuşup telkin
ettikten sonra artık iç huzura kavuşup kendisini olduğu gibi benimser.
Belki topluma herkesin yaptığı ve talep ettiği şekilde bir fayda
sağlayamamıştır ama onun amacı da yerleşik insanlara biraz özgürlük özlemi taşıyıp
götürmektir. Topluma fayda sağlama misyonunu reddeden bir karakterden yazar
kaçınmışsa da en azından bunu bireyin kendisinin seçip belirleyebileceği bir
şekilde çizmiştir. Toplumda kendi faydasının farkına varan, var olma sebebinin
bilincine varan karakter bir anlamda huzura kavuşmuştur.
“ ‘Yani artık sızlanıp yakınmalara paydos mu?’ diye sordu Tanrının sesi.
‘Paydos’ diyerek başıyla onayladı Knulp, mahcup bir edayla güldü.
‘Ve her şey iyi mi artık ? Her şey olması gerektiği gibi mi?’
‘Evet,’ diyerek başını salladı Knulp. ‘Her şey olması gerektiği gibi.’ “
0 yorum :
Yorum Gönder