15 Haziran, 2014

Bir Göçebenin Hikayesi: Knulp


Daha çok Siddharta adlı eseri ile bilinen Nobel Ödüllü yazar Hesse’nin, okuduğunuzda unutamayacağınız bir karakteri ile sizleri tanıştırmak istiyorum: Knulp.

Kitabın üç öyküye bölünmüş ilk kısmında Knulp hakkındaki izleniminiz hayatını göçebe olarak yaşayan ve her gittiği yerde eski dostları tarafından sıcak bir şekilde karşılanan güler yüzlü, kibar, çekici bir adam şeklinde oluyor. Ancak Hesse bununla kalmıyor ve gittikçe karakterin iç dünyasına doğru sizi çekmeye başlıyor. O zaman aslında Knulp’un göründüğü gibi olmadığını, kalmak ile gitmek arasında bir iç çekişmede olduğunu, kendini ve seçimlerini sorgulayıp iç huzuru aradığını görüyorsunuz. Bu çekişmeler ise toplum düzeyinde bizim için uygun görülen ile kendimiz için uygun bulduğumuz ya da bulmadığımız noktasında gerçekleşiyor.

İlk öyküde Knulp hastahaneden yeni çıkmıştır ve eski bir dostunda kalmaya gider. Yerleşik bir düzeni olan, evlenmiş ve düzenli bir işe sahip olan bu dostunun yaşam şekli ile kendi yaşam şeklini sorgulamaya başlar. Ancak bu sadece bir karşılaştırma ile sınırlı kalmaz. Toplum karşısında seçtiği hayat tarzını sürekli açıklamak durumunda olmasının yarattığı bir baskı içinde yaşayan Knulp gelecek vaat eden biridir; doktor ya da öğretmen olabilecekken böyle göçebe bir hayat sürmek istemesine kimse anlam veremez. İnsanların bu tavrı Knulp’un da zaman zaman bu çerçeve içinde tanımlanmasına neden olur.

“Bu haliyle tıpkı, bir ev halkı arasında yaşamasına izin verilen, herkes onun evdeki varlığına hoşgörüyle davranıp göz yumarken, kendisi ev halkının yaşam yükü altında ezilmiş çalışkan bireyleri arasında aylak aylak dolaşıp tasa ve kaygıdan uzak, beyler gibi lüks bir hayat süren sevimli bir kediye benziyordu.”

Kitap boyunca onu sevgi ile karşılayan eski dostları Knulp'u yeri geldiğinde yaşam şeklinden dolayı eleştirme fırsatını hiç kaçırmaz. Her karşılaştığı arkadaşı bir yorumda bulunur. İnsanların eleştirilerine yol açan durum, dostlarının Knulp için daha iyiyi istemelerinden kaynaklanmaz. Asıl eleştiri yüksek potansiyeli olan bir bireyin neden bu potansiyelini toplum için kullanmayı seçmeyip göçebe bir hayat sürerek sadece kendi için yaşamayı tercih etmesine dayanmaktadır. Yazar Almanya’daki Protestan ve akılcı yaşam biçiminin bu baskıyı yarattığını ve Knulp'un hayattaki kendi rolünü ararken ancak bir noktaya kadar buna duyarsız kalabileceğini gösteriyor.
" 'Cumartesi akşamını yaptık. Bütün bir hafta canını dişine takıp çalıştıktan sonra, bu akşamın insana ne hoş geldiğini bilemezsin sen.'
'Yo, ama düşünebilirim,'  diye cevapladı Knulp gülümseyerek."
Knulp ne şekilde yaşarsa yaşasın kendisine, giyimine ve temizliğine bakan, bu konuda titizlik gösteren birisidir. Bu özelliği çevresi tarafından övülürken bir yandan da yerilir. Toplum kalıpları dışında yaşıyorsan ve çalışmayıp avarelik yapıyorsan, en azından görüntü olarak da kötü görün ki insanlar sana acıyıp hayat şekline tahammül edebilsin! İnsanlar, hayatlarına başka bir şekilde yaşamanın mümkün olmadığı inancı ile katlanıp ellerindeki ile mutlu olmaya çabalıyorlar. Knulp bu hali ile ortaya çıktığında ise onların mutsuzluklarına ayna oluyor, başka bir şekilde yaşamanın da mümkün olabileceğini gösteriyor.
" 'Şıklığı da hiç bırakmazsın elden!' dedi. 'Açlıktan nefesi kokan birisinin nihayet, ne diye hep bir kont gibi giyinip kuşanmak istersin bilmem.' "
Her ne kadar insanlar onun yaşam şekline saygı duymayıp eleştirip üzerine bir de öneriler sunsa da Knulp böyle bir şeyi başkalarına yapmayı asla uygun bulmaz. Evinde kaldığı dostunun eşi onunla beraber olmak isteyince bu durumdan rahatsız olur ve haber vermeden evden ayrılır. Bir an için eşi konusunda arkadaşını uyarmayı düşünür ama vazgeçer.
“Ama başkalarının işine burnunu sokmaktan hoşlanmayan biriydi; insanları olduklarından daha iyi, daha akıllı kimselere dönüştürmek gibi bir gereksinim duyduğu yoktu.”

“İnsanların budalalıklarına seyirci kalabilirdi, onlara gülüp geçebilirdi ya da acıyabilirdi, ama onları izledikleri yoldan döndürmeyi doğru saymıyordu.”
Knulp’un hayat bakışına göre herkes kendi için uygun olanı kendi keşfetmeli ve bununla beraber herkesin tercihine saygı duymalı. En azından onun çevresinden beklentisi bu şekildedir.

“Neyin gerçek olduğunu, yaşamın aslında nasıl bir düzene uygun olarak akıp gittiğini herkesin kendi kafasından bulup çıkarması gerekiyor, kimse kitaplardan öğrenemez bunu, ben öyle düşünüyorum.”

Kitabın ikinci öyküsünü okuyunca ilk öyküde tanıştığımızdan farklı bir Knulp vardır karşımızda. Anlatıcı da Knulp gibi göçebedir ve hatta onunla beraber yolculuk etmektedir. Ayrıca 3. öykü yani Knulp’ın kendisi ve geçmişi ile yüzleştiği öyküye çok güzel bir şekilde köprü kuran bir geçiş öyküsüdür. Hayatla ilgili kafasındaki soruların su yüzüne çıktığı ama henüz bunların üzerinde pek de samimiyetle durmadığı zamanlardır. Knulp’un iç huzuruna kavuşmasını sağlayan hayata karşı sunduğu bakış açısını güzelliğe, sevgiye ve mutluluğa dair verdiği betimlemelerde yakalarız. Knulp kendi hayatı, pişmanlıkları ve mutlulukları için yaptığı içselleştirmeyi bu betimlemelere yansıtır.

“Benim için donanma gecesinden güzel şey yoktur. Böyle bir gecede mavi ve yeşil maytaplar görürsün, gece karanlığında dalıp yükselir havada; en güzel olduğu an ufak bir eğri çizer, yok olup gider; seyrederken sevinç de duyarız, korku da. Derken ikisinden de eser kalmaz geride. Donama fişeklerinin havada yükselip kaybolması daha uzun sürse, o kadar güzel olmazdı. Sence de öyle değil mi?”

Son öyküde hastalığı iyice ağırlaşan Knulp ilkokuldan doktor arkadaşına rastlar. Ona sahip çıkıp bakan doktor, hastahaneye yatırılması gerektiğini söyler. Knulp ise memleketini son kez görmek için yola çıkmıştır ve hastahaneye yatacaksa bunun kendi köyünde olmasını rica eder. Ricasını kırmayan doktor sayesinde Knulp tekrar memleketine geri döner. Ancak hastahanede yatmak yerine köyünün her bir noktasına dokunarak zamanını geçirir. Burada geçmişi ile yüzleşir, göçebe bir yaşam tercih etmesine neden olan olayı anlatır. Yine toplumun uygun gördüğü ile yaşamayı tercih ettiği arasındaki çelişkiye girip kendini, tercihlerini sorgulamaya başlar.

“Gerilerde kalmış uzun bir dizi oluşturan göçebelik yılları artık gözünde küçülüp önemini yitirirken, çocukluğun o gizemli çağı yeni bir pırıltı ve büyüyle öne çıkmıştır.”

Üstün yeteneklere sahip olmasına rağmen bunu faydalı bir şekilde kullanmaması kısaca “bir baltaya sap olmayışının” sürekli yüzüne vurulması artık bir noktadan sonra kendisini de bu konuda suçlamasına neden olur. Geçmişte yaşadığı olaylardan ders çıkarmadığı için kendisini suçlar.

Öykünün sonunda hasta halde ormanda yürürken Tanrı ile konuştuğu kısımda bütün bunlara cevap bulur. Aslında Tanrı’dan ziyade kendi kendisiyle hesaplaşmaktadır. Ve önceki kısımlarda hayata karşı gösterdiği bakış açısı, insanları değiştirmekten ziyade olduğu gibi kabul etme anlayışı kendi üzerinde de etkisini gösterir. Uzunca bu konuda kendi ile konuşup telkin ettikten sonra artık iç huzura kavuşup kendisini olduğu gibi benimser.

Belki topluma herkesin yaptığı ve talep ettiği şekilde bir fayda sağlayamamıştır ama onun amacı da yerleşik insanlara biraz özgürlük özlemi taşıyıp götürmektir. Topluma fayda sağlama misyonunu reddeden bir karakterden yazar kaçınmışsa da en azından bunu bireyin kendisinin seçip belirleyebileceği bir şekilde çizmiştir. Toplumda kendi faydasının farkına varan, var olma sebebinin bilincine varan karakter bir anlamda huzura kavuşmuştur.

“ ‘Yani artık sızlanıp yakınmalara paydos mu?’ diye sordu Tanrının sesi.
‘Paydos’ diyerek başıyla onayladı Knulp, mahcup bir edayla güldü.
‘Ve her şey iyi mi artık ? Her şey olması gerektiği gibi mi?’
‘Evet,’ diyerek başını salladı Knulp. ‘Her şey olması gerektiği gibi.’ “

0 yorum :

Yorum Gönder