Latin Amerika etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Latin Amerika etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Eylül, 2013


Bu hafta bloğumuz için yazacağım haftalık yazımda bir kitap üzerinde bahsetmek yerine blog okurlarımızla bize biraz uzak olan ve çok da bilmediğimiz Latin Amerika edebiyatıyla ilgili yaptığım bir mülakatı paylaşmaya karar verdim. Son dönemlerde özellikle sosyal bilimlerde ülkemiz ve Latin Amerika’daki farklı ülkelerle ilgili çok sayıda karşılaştırmalı çalışma yapılmakta. Bu çalışmalar bize önemli olanın bölgesel yakınlık değil de ortak sorunlar olduğunu net bir biçimde göstermekte. Türkiye’de Haziran ayında başlayan Gezi Parkı protestolarıyla Brezilya’da yaşanan protestoların eş zamanlı olarak ve birbirine benzer taleplerle ilerlemesi bu örneklerden belki de sadece bir tanesi.

Edebiyat alanında da ülkemiz okurlarının tanıdığı Gabriel Garcia Marquez ve Jose Mauro de Vasconcelos gibi önemli Latin Amerikalı yazarlar bulunuyor. Bu yazar listesini artırmak ve okuma listemizi zenginleştirmek de mümkün. Bu mülakatta arkadaşım Laura daha çok güncel yazar ve eser örneklerini bizimle paylaşıyor. Eminim ki aralarından beğenerek okuyacağınız yazarlar olacaktır. Beni Laurayla iletişime geçiren Ivana’ya ve zaman ayırıp ayrıntılı ve titiz bir biçimde sorularımı cevaplayan Laura’ya çok teşekkürler. Latin Amerikalı arkadaşlarımın ve okurların da okuyabilmeleri için mülakatı hem Türkçe hem de İspanyolca paylaşıyorum. Gracias a Ivana por contactarme con Laura y gracias a Laura por sus respuestas tan detalladas! Gracias amigas!

1. Latin Amerika edebiyatındaki en sevdiğin yazar kimdir? Latin Amerika edebiyatındaki en sevdiğin kitap nedir? Neden? Bu kitabın bazı özelliklerinden bahsedebilir misin?

Ben birçok Şilili yazarı okumayı seviyorum. Ancak özellikle iki tanesi en sevdiklerim arasında: Lina Meruane ve okuyucuda rahatsızlık hissi uyandıran eseri Las infantas (1998) ile Pedro Lemebel ve onun eseri Loco afán (1996). Bu iki eser de türlerinin en iyi örneklerini oluşturuyor.

Her iki kitap da trans bireylerin yaşamlarından bahsediyor: Bu bireylerin özel hayatlarında ve gizli olarak ne yaptıkları, başlarına gelenler, kendi özgür iradeleri dışında veya birşey karşılığında kabul ettikleri ve bu süreçte geçirdikleri küçük yıkımlar ve hatta büyük devrimler gibi.

¿Quién es tu autor favorito en la literatura Latinoamericana? ¿Cuál es tu libro favorito en la literatura Latinoamericana? ¿Por qué? ¿Podrías contar algunos aspectos de ese libro?

Me gustan muchos escritores chilenos. Pero voy a nombrar a dos: Lina Meruane y la inquietante escritura de Las infantas (1998) y a Pedro Lemebel, su Loco afán (1996), esas crónicas travestis, de adjetivación inigualable.

Ambos libros se sostienen sobre tráficos y tránsitos sexuales y genéricos: los que se hacen en privado o en secreto, los que atraviesan la historia, los que se aceptan contra la propia voluntad o a cambio de algo, los que implican pequeñas subversiones e incluso grandes revoluciones.




2. Arjantin edebiyatındaki en sevdiğin yazar kimdir? Arjantin edebiyatındaki en sevdiğin eser nedir? Neden? Bu kitabın bazı özelliklerinden bahsedebilir misin?

Sylvia Molloy Arjantin edebiyatındaki en sevdiğim yazarlardan bir tanesi. Yazarın ilk romanı En breve cárcel (1981), Arjantin edebiyatında lezbiyen bir başkahramanı olan ikinci yayınlanmış roman örneğidir. Adsız bir kadın küçük ve karanlık bir odada yazar. Sadece sigara almak için, barda bir randevu için, ve bir hafta sonu kıra gitmek için dışarı çıkar. Hikaye bir aşığın boşluğunun doldurulması için başlar, bu hatıranın boşluğunun doldurulması için. Bu süreç içerisinde bir kadın yazar, hatırlar, kendi hikayesini geri kazanır ve çatlamak üzere olan kabuklar gibi kendi hikayesini oluşturur ki böylece en sonunda metin- vücut, cinsellik – bir anlam ifade etsin. Böylece şu an ve büyük olasılıkla gelecek de anlamlı olsun. Lezbiyenlik de romanda benzer bir şekilde işlenir: bir tehdit ya da bir kimlik kategorisi olarak değil. Lezbiyenlik romanda daha çok bir yabancılaştırma etkisi işlevi görür: metinde ve vücutlar üzerinde etkisini gösteren sürekli bir şiddet etkisi yaratır.


Ama yazarın başka eserleri de vardır: El común olvido, Varia imaginación y Desarticulaciones. Ve bu eserleri de harikadır. Ayrıca yazar mükemmel bir edebiyat eleştirmenidir.

Gabriela Cabezón Cámara, 2012 yılında Le viste la cara a Dios adlı eserini yayınlayan genç bir yazardır. Yazar bu eserinde Arjantin edebiyatındaki farklı gelenekleri birleştirerek güncel bir sorun olan kadın ticareti konusunu ele almaktadır.

Aynı zamanda Flavia Costa’nın futuristik ve mitolojik öğeler içeren eseri Las anfibias (2010) kokular, renkler ve seslerle ilgili canlı betimlemelerinden dolayı beğendiğim eserlerden bir tanesidir.

¿Quién es tu autor favorito en la literatura Argentina? ¿Cuál es tu libro favorito en la literatura Argentina¿Por qué? ¿Podrías contar algunos aspectos de ese libro?

 Sylvia Molloy es una de mis escritoras argentinas preferidas. Su primera novela, En breve cárcel (1981), es la segunda novela publicada en Argentina con una protagonista lesbiana:  Una mujer sin nombre, en un cuarto pequeño y oscuro, escribe. Apenas sale para comprar cigarrillos, una cita en un bar, un fin de semana en el campo. El relato se inicia para cubrir el vacío dejado por una amante, para llenar el vacío de la memoria. Una mujer escribe, recuerda, recupera su historia; construye su relato a modo de costras que deberá arrancar para que finalmente el texto -el cuerpo, el sexo- tenga sentido. Para que el presente y, probablemente, el futuro tenga sentido. Y el lesbianismo opera, en la misma forma de la novela no bajo el signo de la injuria ni de la amenaza, tampoco como categoría identitaria. Actúa, más bien, como un efecto de extrañamiento, como violencia constante que se ejerce sobre el texto y sobre los cuerpos (porque funcionan metonímicamente).

Pero tiene otros: El común olvido, Varia imaginación y Desarticulaciones. Y son todos maravillosos. Además, es una excelente crítica literaria.

Gabriela Cabezón Cámara, una escritora joven, publicó en el 2012 Le viste la cara a Dios, una nouvelle en la que convergen diversas tradiciones de la literatura argentina (la gauchesca, Lamborghini, el neo-barroso) para darle cuerpo a un problema muy actual: el de la trata de mujeres.

También el universo mitológico y futurista de Las anfibias (Flavia Costa, 2010), sus vívidas descripciones (los olores, los colores, los sonidos cobran vida), me requiere periódicamente.






21 Nisan, 2013

http://www.hurriyetdailynews.com/the-perils-of-being-a-child-born-into-a-poor-family-blaming-little-jesus.aspx?pageID=449&nID=51136&NewsCatID=396


Herkesin hayatında kilit bir yazar, roman ve roman kahramanı vardır. Benim için de bu Jose Mauro de Vasconcelos'un Şeker Portakalı adlı romanı ve küçük kahramanım Zeze'ydi. Ortaokul hazırlık yıllarında okuduğum bu roman beni öylesine etkilemişti ki romanı bitirdikten hemen sonra Zeze'min hikayelerine devam etme isteği bende uyanmıştı ve bir çırpıda küçük kahramanımın diğer hikayeleri olan Güneşi Uyandıralım ve Deli Fişek'i okuyuvermiştim. Aslında Şeker Portakalı'nda beni etkileyen tek şey küçük kahramanım Zeze'ye duyduğum empati değildi. Brezilyalı yazar Vasconcelos'un anlatım dili de beni bir o kadar etkilemişti. Öyle ki bu romanları okuduktan hemen sonra yazarın diğer önemli romanları olan Yaban Muzu, Kayığım Rosinha, Kardeşim Rüzgar Kardeşim Deniz gibi romanlarını da okuyuvermiştim. Arkadaşlarım bana Şeker Portakalı'nın yasaklı kitaplar arasında olduğunu söyleyince çok şaşırmış ve bir o kadar da üzülmüştüm. Öyle ya benim küçük Zeze'min kime ne gibi bir zararı olabilirdi? Anlamakta güçlük çekiyordum doğrusu. Ama bu haber içimde birden ortaokul yıllarımın küçük kahramanı Zeze'mi yeniden okuma isteği uyandırmıştı.

Yakın zamanlarda Şeker Portakalı'nı yeniden okuduktan sonra hikayenin akıcılığı, yazarın anlatım dilindeki şiirsellik, benzetmelerdeki başarı ve Zeze'nin çarpıcı hayat hikayesinin yanı sıra romandaki çok önemli bir alt metin de birden dikkatimi çekti. Bu belki de ortaokul yıllarımda okurken çok da dikkatimi çekmeyen birşeydi ama belki de farkında olmadan da benim ilgi alanlarımı etkilemişti. Öyle ki romanın çok önemli bir yapısal soruna belki de değme siyaset bilimi kitabı ya da makalesinden çok daha büyük bir başarıyla dikkat çektiğini farkettim: Fakir bir ailede çocuk olmak, fakirlik ve çocukluk ve bu yapısal sorunun çocuklar üzerinde yarattığı etkiler.... Zeze'nin roman boyunca sarfettiği bazı sözler o kadar etkileyiciydi ki bu sorunsalı bu kadar iyi ifade eden başka sözler olamaz diye düşünmüştüm: Tanrım? Hayat neden bazıları için bu kadar zor? Görüyorsun ya ailece herkes iyi. O zaman neden küçük İsa bize yakınlık göstermiyor... Başımı eğdim ve Totoca'nın dediği gibi yalnız zengin kişileri seven küçük İsa'yı düşündüm... Kötüsün küçük İsa! Ben ki bu kez benim için Tanrı olarak doğacağına inanıyordum, bana bunu yaptın demek! Neden beni de öbür çocukları sevdiğin gibi sevmiyorsun! Uslu durdum. Kavga etmedim, derslerime çalıştım, sövmedim. Neden bana bunu yaptın küçük İsa?... Roman boyunca bu ifadeleri artırmak mümkün. Evet belki de hiçbir şey tesadüf değildi. Belki de Sao Paulo'nun fakir mahallelerindeki yaşanan problemleri bu kadar iyi anlatan bir roman beni hem sosyal politika, fakirlik, ve eşitsizlik gibi konulara hem de Latin Amerika'ya ilgi duymaya itmişti. Sanırım bu eşsiz romanı yeniden okuduktan sonra söyleyebileceğim tek şey herkesin Zeze'min hayat hikayesini okuması gerekliliği... Bu romanda herkesin kendine dair birşeyler bulacağından eminim...