01 Şubat, 2014

Hayat bana biraz merhamet et!


Bloğumuzu takip edenler yazılarımdan bilirler. Çocuklara dair hikayeler beni derinden etkiler. En sevdiğim eserlerden biri de Şeker Portakalıdır. İşte aslında Türk dizilerini izlemeyi sevmememe rağmen bir Ankara-İstanbul yolculuğu esnasında otobüsteki kanalları dolaşırken rastladığım Merhamet adlı dizi tam da bu nedenle beni çok etkiledi. Moskof Receple Kara Hatice'nin kızı Yaslıhanlı Narin'in hikayesinin farklı ve izlemeye değer olduğunu düşündüm. Dizinin ilk bölümünü de böyle bir ruh hali içinde soluksuz ve gözümde akan yaşlarla bu otobüs seyahatinde izledim.



Ardından bir gece televizyonda dizinin tekrar bölümlerine rastlamam çok etkilendiğim bu diziyi yeniden hatırlamama vesile oldu. Dizinin Hande Altaylı'nın Kahperengi adlı ünlü eserinden uyarlama olduğunu da aynı gün annemden öğrendim. Ertesi gün de büyük bir heyecanla Doğan Kitap tarafından basılan bu romanı almaya gittim. Romanın olay örgüsüne geçmeden önce ilginizi çekebileceğinizi düşündüğüm diziyle ilgili bir röportajın linkini sizlerle paylaşıyorum.

Bir otobüs yolculuğunda tanıştığım Yaslıhanlı Narin'in hikayesini bir uçak yolculuğunda baştan sona soluksuz bir biçimde okudum. Romanı okurken çocukluğa, aileye, aşka, hayallere kısacası hayata dair pek çok şeyi yeniden düşündüm: en çok da aileye ve ilk aşka dair. Öyle ki ikisi de kolay unutulmuyor ve hayatımızda derin izler bırakıyor, sadece Narin için değil hepimiz için.... Roman Narin'in ilk aşkı Fıratla en yakın dostu Deniz'in partisinde karşılaşmasıyla başlıyor, hem de Deniz'in kız kardeşi Irmak'ın sevgilisi olarak. Bu ilk karşılaşmada her ne kadar ikisi de birbirini tanımamış gibi davransalar da romanın ilerleyen bölümlerinde durumun böyle olmadığını anlıyoruz. Narin Yaslıhan'da doğmuştur. Zayıf bir anne figürü ve eşiyle parası için evlenmiş ancak hayal ettiği paralara erişemeyince hayatı eşine ve üç çocuğuna (Narin, Mehmet ve Şadiye) zehir eden ve onlara asla sevgi göstermeyen bir baba figürü vardır hayatlarında. Babalarının komşularının eşiyle kaçıp gitmesi sonrasında dörtlünün hayatı oldukça zor geçmiştir. Narin bir yandan okumaya devam ederken bir yandan da bir kuaförde çalışarak ailesine destek olmaya çalışır. Üniversite sınavını kazandığı gün aldığı karar ise hayatındaki kilit kararlardan biri olacak ona hem İstanbul'u, hem başarılı bir kariyeri, hem de yakın dostu Deniz'i getirecektir. Fırat'ın Narin'in ailesinin ölümüyle ilgili haber vermesinin ardından ikisinin Yaslıhan'a gitmeleri ise bu ikilinin hayatında ikinci bir başlangıca neden olacaktır. Romanın iki katmanlı yapısını da çok başarılı buldum. Bu iki katmanlı yapı içerisinde bir yandan Yaslıhan öte yandan İstanbul bir yandan Narin'in çocukluğu, ailesi öte yandan kahramanımızın yetişkinliği, Denizle olan arkadaşlığı, Fıratla olan aşkı çok başarılı bir biçimde tasvir edilmişti. Aslında karşılaştırma yapmayı pek sevmem ama bu yönüyle eseri bir başka çok sevdiğim dizi olan Çemberimde Gül Oya'ya benzettim.


Son olarak kitaba dair çok beğendiğim iki alıntıyı sizinle paylaşmak istiyorum. İlk alıntı aslında bana Şeker Portakalındaki Zezemi hatırlattı. Zeze İsa'ya kızıyordu, şanssız olduğunu düşünüyordu, neden beni sevmiyorsun Küçük İsa diyordu. Kahperengi'de ise bunun bir kontrastını görüyoruz. Narin'in Denizle tanışması ve Denizin hayatıyla ilgili ayrıntıları öğrenmesi sonrasında değişen fikirlerini yansıtan bu alıntıyı bir yandan da bana Şeker Portakalı'nı hatırlattğı için çok sevdim: "Şanslı doğmak diye birşey yoktu. Doğan her insan şanssızdı ve sabırla bunu öğreneceği günü bekliyordu. Artık bütün zenginlerin mutlu olduğunu sandığı çocukluk günleri geride kalmıştı. Tıpkı akmış rimel gibi, zenginlik de mutsuzluğu daha acıklı hale getiriyordu" (180- 181).

Kitap'ta etkilendiğim bir diğer alıntı da aileye dair ve bu alıntının Narin'in içine doğduğu aileyi çok iyi yansıttığını düşünüyorum: "Bir aileden çok tesadüfen yolları kesişmiş insanlara benziyorlardı. Bir yuvayı paylaşan insanlar değil de bir handa karşılaşmış yolcular gibiydiler. Kan bağıyla bağlı olması gerekirken kan uyumsuzluğundan mustarip beş kişi. Tütmeye değil, sönmeye mahkum bir ocak. Çektiği acının, yanan yüreğinin göğsüne oturan taşın sebebi özlem değil, kimsesizlikti. Kimsesizlik" (205). Yazımı dizinin ilk bölümünün fragmanını paylaşarak bitiriyorum. Diziseverlere iyi seyirler ve eseri okumayanlara da şiddetle okumalarını tavsiye ederim. Bu eserde hayata, ilklere ve herşeyden önemlisi kendi yaşamlarına dair çok şey bulacaklardır. İyi okumalar!

2 yorum :

  1. kitabı okumadım, diziyi ise yazın verilen tekrar bölümlerinden kısım kısım biliyorum. bu kitap hakkında benim en çok üzüldüğüm şey reklamının dizi ile yapılması. kitabın kapağında bir kırmızı şerit ve üzerinde "merhamet dizisinin uyarlandığı roman" gibi bir şeyler yazıyordu.üzülmüştüm. uçurtmayı vurmasınlar ın başında yazarının bahsettikleri geldi aklıma şimdi. film barış ın sesinin duyulmasına yardım etti diyordu. belki kitap okunması için iyi bir yol ama filmlerin ve dizilerin kitapların tanınmasına neden olması içimi burkuyor.
    iç döktüm biraz kusuruma bakmayın. kitabı okumaya niyetim yoktu ama yazınızdan sonra listeme aldım.teşekkürler:)

    YanıtlaSil
  2. Sevgili Başak haklısın. İyi okumalar. Umarım beğenirsin. Bu arada Feride Çiçekoğlu'nun Uçurtmayı Vurmasınlar adlı kitabı benim de en sevdiğim eserlerdendir. Benim kitabı okumama da aslında film vesile olmuştu. Barış karakteri, Nur Süer ve Füsun Demirel'in eşsiz oyunculuğu. Her seferinde filmi ilk defa izliyormuş gibi heyecanla izleyebilirim. Ama haklısın umarım kitaplar dizilerin ya da filmlerin gerisinde kalmazlar.

    YanıtlaSil