Virginia
Woolf bu kitabı yazdığında 20. yüzyılındaydı dünya. Neden erkek şairlerin ve yazarların,
özellikle de başarılı olanların sayısı kadınlarınkinden daha fazla diye abim
bana sorduğunda ise yıl 2004’tü. Bu soruya çok içerlemiştim. Kaldı ki kendisi
beni okumakta en çok destekleyen, farklı konularda değişik yazarları
okumaya iten ve her zaman kitap kurtluğunda örnek alageldiğim bir kardeş
olmuştur. Gel gör ki kızkardeşi hiçbir zaman onun kadar okumadığı gibi bir de feminist çıkmış ve tutturmuştur "ben Sevgi Soysal okuyacağım,
Virgina Woolf okuyacağım" diye. Jane Austen ile başlayan gizli saklı romantizm, Sevgi Soysal'ın başını alıp gitmesi ve Virginia Woolf'un dik başlılığıyla devam etmiştir. Sene 2014 abim Sevgi Soysal okuyor ve Jane Austen’ı
da seviyor.
Virginia
Woolf ile tanışmam beni dumura uğratmadı desem yalan olur. Virginia’nın 'Kendine
Ait Bir Oda'sını okuduğumda aklımdan şunlar geçti: Odam var, param da var, niye
yazmıyorum? Her halükarda yazmalıydım, ne olursa olsun. Ama yazmak gittikçe
zorlaştı, iyi yazmak ise bir hayal oldu ben kalıpların içine sıkışıp, akademik
hayatta da sürekli olarak İngilizce yazmak zorunda kalınca. Ve bir gün yine
benim hayatımı şekillendiren şiirlerin hep erkek şairler tarafından yazıldığını
fark ettim, bu kadar romantik, melankolik ve duygusal idiysem onların aşk
anlayışı yüzündendi. Tabii ki burda erkek ve kadın yazarlar olarak ayırmak pek
doğru değil, çünkü dünya edebiyatı ırk, millet, cinsiyet ve yaş tanımaz. Ama VW’un
yazdığı zamanlarda böyle bir ayrım apaçık vardı, hem de 1929’du sene. Nazizm ve faşizme beş kala...
Woolf içten,
derinden, feylesof havasıyla, tam pesimizme düşecekken aklın sesini duyar gibi
konuşur. Aklın sesi insanı bir yandan kötümserliğe yöneltse de Woolf’ta bir
yazarın tutkusu vardır. Onun sesinde kadınları birliğe çağıran, onları
yüreklendiren, çoğu zaman suçu kendimizde aramanın yanlış olduğunu, yüzyıllarca varolmuş olan
eşitsizliğin etkilerine bakmamız gerektiğini “eşitsizlik” kelimesini kullanmaksızın,
onlarca örnek vererek anlatır.
Neden
kendine ait bir oda ve neden kendine ait bir para?
Erkekler kadınların yazar
olamayışını hep farklı nedenlere bağlamak istemişlerdir. Burda tabii ki erkekler
değil, toplum demek daha doğru olacaktır. Kadının nesne olmadığı bir dünya
düşleriz bu kitabı okurken, kadının da erkekler gibi gezdiği, değişik
insanlarla tanıştığı, tecrübelerini korkmadan yazdığı bir dünya. Ama o zamanlar
kadınlar akvaryumdayken, erkekler okyanustaydı. Akademi, mesela Oxbridge erkek egemendi ve kadınların bir
köşede sıralarını beklemeleri gerekmekteydi. Kadınların yazarlıkta geri kalışı
birçok sebebe bağlanmaktaydı, onlardan her şekilde bahsediliyordu kitaplarda (aşağıdaki dizgelerde göreceğiniz üzere) ama yazar olarak, kendi hayatlarının öznesi olarak pek az yer
alıyorlardı edebiyatta:
“Ortaçağdaki durumları
Fiji Adası’ndaki
alışkanlıkları
Tanrıça
olarak tapınılmaları
Tinsel
yönden daha zayıf olmaları,
İdealizmleri,
Daha
görevbilir olmaları,
Güney Denizi
Adaları’nda ergenlik çağı,
Çekicilikleri
Kurban
olarak sunulmaları,
Beyinlerinin
küçük oluşu,
Daha derin
bir bilinçalınta sahip olmaları,
Bedenlerinde
daha az kıl olması,
Zihinsel,
tinsel ve bedensel yönden daha aşağı
Düzeyde olmaları,
Çocukları
sevmeleri,
Ömürlerinin
daha uzun oluşu,
Zayıf
kasları,
Güçlü şefkat
duyguları,
Boş şeyler
peşinde koşmaları,
Yüksek
eğitim görmeleri,
Shakespeare’in
onlar üzerine düşündükleri,
Lord
Birkenhead’in onlarla ilgili görüşleri,
Dean Inge’in
görüşleri,
Dr. Johnson’ın
görüşleri,
Mr Oscar
Browning’in görüşleri...
(s.33)
Kadınlar
daha kendi seslerini duyuramazken yazıyordu VW bunları. Daha da önemlisi
kadınların yazamayışları fiziksel ve zihinsel özelliklerine bağlanıyor, onların
sosyo-ekonomik şartları hiç hesaba katılmıyordu. Kadınlar kendilerini
erkeklerin onları tanıdığı kadar ve tanıdığı şekilde tanıyorlardı. Bu kitabı ne
kadar da okusam doyamıyorum Woolf’un sözlerine.
Belki de
ülkemizde hala var olan bu sorun, beni bu kitabı daha da çok düşünmeye, bir kere daha okumaya itiyor.
Aileleri tarafından destek görmeyen yazar olmak isteyen kadınlar geliyor
aklıma, ailesi herhangi bir şekilde ekonomik olarak destek olmadığı için
okuyamayanlar... Kardeşlerine bakmak zorunda kalan büyük ablalar. Genç yaşta
evlendirilenler. Yazar olacakken dört duvar arasına kapanmak zorunda kalanlar,
bir kağıt kalemi olsa da dertlerini yazamayacak kadar eğitim göremeyenler.
O zamanın toplumunda kadının (kendisinin de) sosyoekonomik durumunu en güzel şekilde ifade eden VW şöyle der: “Çantamda
on şilinglik kağıt para daha vardı; paranın farkına vardım, çünkü para çantamın
kendiliğinden on şilinglikler doğurma gücü hala nefesimi kesen bir gerçek
olmayı sürdürüyor. Çantamı açtım, işte oradalar. Toplum, yalnızca adını
paylaştığım bir halanın bıraktığı belirli sayıdaki kağıt parçaları karşılığında
bana, yatacak yer ve yatak, kahve ve tavuk veriyor.” (s. 42)
Aynı zamanda
o zamanki değerlere göre kadının nerede ve ne kadar yazabileceği belirlenmişti.
Jane Austen’ın dünyayı gezme şansı olsaydı farklı bir şeyler üretecekti
elbette ama o toplumsal hayata karışabileceği kadar karışmış ve buna göre de
bir kadının gözlemlerini en ince ayrıntısına kadar anlatabilmişti. Çünkü
kadının toplumdaki yeri ile erkeğin toplumdaki yeri fazlasıyla ayrışmaktaydı. Kınanan ve dört duvar arasına sıkışan kadınları da inceleyen VW erkek ve kadın edebiyatçıların hayat tecrübeleri arasındaki tezatı gözler önüne seriyor:
“Aralarından
birinin George Eliot’ın büyük sıkıntılardan sonra kaçıp kurtulduğu doğru, ama
onun da sığınabildiği tek yer St. Johns Ormanı’nda gözden ırak bir villa
olmuştu. Ve dünyaca dışlanmasının gölgesi altında gidip oraya yerleşti. ‘Açıkça
davet edilmeyi talep etmediği sürece hiç kimseyi eve davet etmeyeceğimin
anlaşılmasını isterim,’ diye yazıyordu; madem evli bir adamla günah içinde
yaşıyordu, varlığı bir Mrs. Smith’in ya da eve rastgele gelen herhangi birinin
saflığını bozmaz mıydı? Kişi toplumsal geleneğe boyun eğip “dünya denen şeyden
uzak” kalmalıydı. Aynı yıllarda, Avrupa’nın öbür yakasında bir Çingene kızıyla
ya da soylu bir hanımefendiyle istediği gibi yaşayan; savaşlara giden;
kitaplarını yazmaya koyulduğunda muhteşem bir biçimde işine yarayacak çeşitli
yaşam deneyimini hiçbir engelleme ve sınırlama ile karşılaşmadan elde eden genç
bir adam yaşıyordu. Eğer Tolstoy evli bir hanımefendiyle ‘dünya denen şeyden’
uzak olarak bir kır evinde yaşamış olsaydı, bundan alınacak törel ders ne denli
iyi bir örnek oluştursa da, Savaş ve Barış’ı zor yazardı, diye düşündüm.” (s.79)
Seni
seviyorum Virginia Woolf. Ve merak ediyorum bazen neden o taşlar ceplerinde
daldın o derin sulara...
Bu kitap sosyolojik ve tarihsel anlamda her zaman önemini koruyacaktır, buna hiç şüphem yok. İletişim Yayınları'nca yayınlanan kitabın çevirisi Suğra
Öncü’ye ait. Herkese şiddetle tavsiye ederim, özellikle de yazarlığı meslek
olarak düşünen korkusuz kadınlara!
Bu kitabı
ilk Türkçe okudum, sonra İtalyanca dinledim her gece yatmadan. Virginia Woolf
her gece beni rüyalara yatırdı, güzel günlere uyandırdı. Şöyle dediği için de ayrıca yüreklendirdi: “Para
kazanın, kendinize ait ayrı bir oda ve boş zaman yaratın. Ve yazın, erkekler ne
der diye düşünmeden yazın.”
Ufak bir not: Eğer izlemek isterseniz 2002 senesinde gösterime giren "Hours" güzel bir VW deneyimi olabilir.
0 yorum :
Yorum Gönder