28 Aralık, 2013


                                   Bir Peri Masalı?

George Orwell dendiğinde akıllara gelen ilk kitabın 1984 olduğuna eminim. Ama bu hafta ne yazmalıyım diye düşündüğümde ve aklıma George Orwell geldiğinde, Hayvan Çiftliği’nin içinde bulunduğumuz süreçte bize daha fazla şey söyleyebileceğine kanaat getirdim.

Hayvan Çiftliği, Can Yayınları
Hayvan Çiftliği’ni ilk kez Rus Tarihi ve Siyaseti dersi için okumuştum. Romandaki hayvan karakterleri Rus/Sovyet tarihine göre tahlil etmiş, domuz Napoleon (Stalin) ve Snowball (Trotsky) arasındaki farklara bakmış, at Boxer’ın (işçi sınıfı) koşullarının devrimden sonra da ne kadar az değiştiğine hayret etmiştim. (Bu kısım tarihçiler tarafından tartışılabilir, kesin bir yargıdan kaçınıyorum). Bu hafta kitaba yeniden bakarken ise, meseleyi Sovyetler Birliği’nden çıkarıp, içinde yaşadığım topluma uyarladım. Karakterler birebir oturmadı belki ama düşüncelerim daha çok “güç” denen şeyin ne kadar kötüye kullanılabileceğine odaklandı. Peri masalındaki soru işaretim de işte bunadır…

Evet, bu uzunca girizgâhtan sonra adet olduğu üzere kitaptan bahsedeyim. Hayvan Çiftliği, Orwell’in fabl türünde yazdığı kısa bir roman.  Bir çiftlikte yaşayan hayvanlar, çiftliğin sahibi Mr. Jones’a karşı ayaklanıp- ki Mr. Jones hikâyede Rus Çarı’nı temsil eder-bir devrim gerçekleştirirler. Bundan sonra çiftliği hayvanlar kendileri yönetecektir. Sonraki düzen için 7 maddelik bir “anayasa” hazırlanır ve o güne kadar ezilen hayvanlar bundan sonra bu 7 maddenin ışığında kardeşçe ve sömürülmeden yaşayacaklarına inanırlar. 7 Emir şöyledir: İki ayak üstünde yürüyen herkesi düşman bileceksin, dört ayak üstünde yürüyen ya da kanatları olan herkesi dost bileceksin, hiçbir hayvan giysi giymeyecek, yatakta yatmayacak, içki içmeyecek, başka bir hayvanı öldürmeyecektir. Ve son olarak, bütün hayvanlar eşittir.

Her şey ilk başlarda güzelce ilerlerken, zekaları ile çiftliğin beyin takımını oluşturan domuzlardan Napoleon rakibi olarak gördüğü Snowball’u ortadan kaldırır. Hikâyenin bundan sonraki kısmında şahit olduğumuz şey, yukarıda bahsettiğimiz 7 emirin Napoleon tarafından tek tek çiğnenmesidir. Yarattığı saldırgan köpeklerle (polisi temsil eder) çiftliğin diğer hayvanlarını korkutarak onların kendisine karşı çıkmasını önlerken, hikâyede sansürcü ve propagandacı medyayı temsil eden Squealer isimli domuz ile de çiğnediği her maddeyi kılıfına uydurur. Hikâyenin sonunda Napoleon giysi giyen, yatakta uyuyan, başka hayvanları öldüren, insanlarla ticaret ilişkisi kuran, işçi sınıfı çalışırken kendisi çiftlikten çıkmayan, diğer hayvanlar açken, kendisi 150 kilo olmuş semirmiş bir domuz olmuştur. Sistem o kadar kötüye kullanılmıştır ki, “bütün hayvanlar eşittir” maddesi, “bütün hayvanlar eşittir ama bazı hayvanlar öbürlerinden daha eşittir”e dönüşmüştür. İşin en acıklı kısmı da, hikâyenin sonuna kadar yılmadan çalışan ve “Napoleon ne derse haklıdır”ı bir yaşam şiarı haline getiren at Boxer’in, hastalanınca emekli edilmek yerine, bir at kasabına gönderilmesidir!

Aslında okurken ne düşündüğümü belirttiğime göre çok fazla yorum yapmama da gerek kalmadı sanırım ama yine de diyeceğim. Ezilenin sesi olmaya çalıştığını iddia ederken semirmek, o ezilenle artık hiçbir bağının kalmaması ve gücü tamamen kötüye kullanmak Orwell’in Hayvan Çiftliği’ne ait bir şey değil. Nitekim, hepimiz birer Hayvan Çiftliği mensubuyuz. Asıl mesele, sonunda at kasabına gidecek Boxer olmayı mı tercih ettiğimiz yoksa leş kokan düzene hayır demeyi yeğleyecek başka bir karakter mi olacağımızdır…

Aşağıda 1954 yapımı bir Hayvan Çiftliği çizgi filmini de bulabilirsiniz. Kendim seyretmediğim için hakkında yorum yapmam doğru olmaz… Ama ille de okumam seyrederim diyenlerdenseniz, belki bunu deneyebilirsiniz…

Düşünmeniz bol olsun.






0 yorum :

Yorum Gönder