14 Aralık, 2013

“I believe that, from start to finish, it is what it says it is: praise of love, sung by a philosopher who thinks, like Plato, whom I quote: “Anyone who doesn’t take love as a starting point will never understand the nature of philosophy.” (s.3)
“Başından onuna kadar ne ise o, inandığım şey şu: Plato gibi düşünen bir filozofun söylediği Aşka Övgü ve ondan bir  alıntı yapıyorum: ‘Aşkı başlangıç noktası olarak almayan hiçkimse felsefenin gerçek doğasını anlayamayacaktır.”

Bunu söyleyerek içimi rahatlatan Badiou’ya teşekkürlerimi sunarım. Sonunda birisi yeniden felsefi açıdan aşkın aslında pek de hafife alınmayacak yönlerini kimi zaman klasik sözlerle de olsa, çoğu zaman yepyeni fikirler ve diğer düşünürlerden paylaşımlarla, en güzel şekilde analiz etmiş.

Eleştirilerle başlıyor kitaba: Birinci eleştiri konusu ise çöpçatan siteleri. Çünkü bu sitelerde verilen net, insanları bire bir eşleştiren bilgilerle, aşkın tesadüfiliğinin kesişmediğini düşünüyor. “Get perfect love without suffering.” (s. 6) yani "mükemmel aşkı acı çekmeden yakalamak" ifadesini kullanıyor. Eğer aşk tesadüfi ve riskli bir şeyse, öyle kalmalı, ki tesadüfi olmaması onun doğasına aykırı. Tabii bu noktada, çöpçatan siteleri de riskten bağımsız değil, ama böyle bir eşleştirmenin aşkın doğasına aykırı olduğunu öne sürüyor. 

“We must bear in mind that, like many processes for finding the truth, the process of love isn’t always peaceful. It can bring violent argument, genuine anguish and separations we may or may not overcome. We should recognize that it is one of the most painful experiences in the subjective life of an individual! That’s why some people promote their “comprehensive insurance” propoganda.” (s. 61)
“Aklımızdan çıkarmamalıyız ki, doğruyu bulmak, yani aşk süreci o kadar da barışçıl değildir. Bazen üstesinden gelemediğimiz şiddetli tartışmalar, derin bir keder ve ayrılık yaşanabilir. Bu insanın bireysel yaşantısında deneyimleyebileceği en acı verici tecrübelerden biridir! Bu nedenle işte bazı insanlar “çok kapsamlı sigorta” propogandası yapıyorlar.” 

Badiou aşkın kıskançlıkla ölçülemeyeceğini anlatıyor. Kıskançlık sadece bir şey, önemli bir şey belki ama aşk için bir ölçüt değil. Aşk ne tutku ne de kıskançlık, bu duygular belirleyici olamaz, tüm bu ufak kaygıların daha ötesinde bir şey. “Aşk bir inşadır, hem de bir kişinin perspektifinden değil, iki kişinin perspektifinden yola çıkan bir hayatın kurulmasıdır” (s. 29) 

Kim demiş aşk ile politika benzeşmez diye? Politika insanları birleştirici bir güce sahiptir. Cinsellik ise farklıdır, “seks insanları ayırır, birleştirmez” (s.18) Lacan’dan örnekler veriyor bu noktada... 
Peki ya kimlik? Politikada farklıların kimliklerinin kaynaşması vardır, belki bir düşman da vardır politikada, bir karşıt. Aşkta yoktur bir düşman ama farklılık ve kimliklerin anlaşması ve yeniden oluşturulması ve şekillendirilmesi söz konusudur. Aşk her zaman kendini yeniden keşfetmek zorundadır. Bu noktada Rimbaud’dan esinlenmiş: “Bildiğimiz üzere aşk yeniden keşfedilmelidir.”(As we know, love must be re-invented), varolmak için buna muhtaçtır. 

Bazen gidenler kalanlara şöyle der: “Bu senin sorunun” Modern olan da modern olmayana böyle der: Kendi dertlerinle kendin uğraş, ben sana destek olamam. Politikada bombalayan bombalanana şöyle der: Sen kendi yaşantından sorumlusun, seni kurtarmak için çektirdiğim bu acıyla mücadele etmek sana kalmış. Irak işgalini örnek vermiş Badiou. Diğerinin (edilgen kılınanın) bakış açısını yakalamış bir filozof çünkü. 



Peki bu kitabın en güzel tarafı ne? Siyaset ve aşk, aslında birbirinden çok farklı dinamiklerle işlemiyor. Aslında bir olma çabası, bir ulusta, bir grupta, bir partide, iki insanda! Hep var! Hep var oldu! Ama o bir olanlar hiçbir zaman birbirinin varlığında erimeyi kabul edemez. Siyasetin temel sorularından biri de burdan doğuyor: Farklılıkları ezmeden, yok etmeden, incitmeden ve kırmadan dökmeden nasıl bir birliktelik duygusu yaşanabilir? Sevmeden, istemeden, birileri organize ederse bunu, kader diye baştacı edilirse bu birliktelik, eğer hükümet veya aile veya bir başkası seçerse kimle evlenileceğini, kimle yaşanacağını, nasıl bir özgürlük kavgası olabilir? Bu noktada aklıma tabii ki Kuzey Kore'de devletin seçtiği eş ile evlenme politikası geldi.

Bu kitabın Türkçesini Can Yayınları’ndan elde edebilirsiniz, çevirmen Orçun Türkay. Bu elbette tam bir felsefe kitabı değil, bir mülakat şeklinde geçiyor sorular ve cevaplar, Nicolas Truong’un sorularına cevap veriyor Badiou. Truong'un ayrıca Guardian'da diğer feylesoflar üzerine yazıları olduğunu hatırlatalım, ben de yeni keşfettim. Çevirilerdeki hatalar ve gözünüze batan eksik ifadeler için şimdiden sizden af dilerim. Bunu da son anda belirttiğim iyi oldu değil mi?

0 yorum :

Yorum Gönder