29 Aralık, 2013

Murat Uyurkulak'tan "Öteki"ne Dair 


 Bazı romanlar vardır; iltimas ister. Bazı romanların buna hiç ihtiyacı yoktur, varlıkları anlatmaya yeter dertlerini. Bir kısım başka roman ise ne yaparsanız yapın hiç bir işe yaramaz, etkisizdir sadece okuyup geçersiniz. Ben bugün övgüye hiç gerek olmayan iki romanı ele alacağım.  

 Benim için bir romanın, öykünün, denemenin bir derdi olmalı; hayatla ilgili kaygıları olmalı, diyecek bir şeyleri olmalı. Murat Uyurkulak bir yazar olarak şu ana kadarki tüm eserlerinde beklentilerimi fazlasıyla gerçekleştirmiş bir insan. Hayatla, iktidarla, insan olamanın yeterlilikleri ve sınırlarıyla, öteki olmakla ilgili söyleyecek sözleri var. Bir İntikam Romanı alt başlığıyla Tol (2002) ve Bir Kıyamet Romanı alt başlığı ile Har (2006) bu dertleri gayet yerinde tespitlerle yüzünüze vuruyor. Her iki roman da Metis Yayınları tarafından yayımlanmış.

 Yazar Murat Uyurkulak'tan kısaca bahsetmek gerekirse kendisi 1972 doğumlu ve çevirmen. Kendisi ile ilgili daha fazla bilgi vermiyor, gerek de görmüyor sanırım. Şu ana kadar yayımlanmış üç kitabı bulunmakta. Bu yazıda ele alacağım Tol, Har ve 2011 yılında yayımlanan Bazuka. Ben de, nedense, bu kadarına razıyım. 

 Her iki romanı tek tek ele almadan önce her iki romanda da ortak olan bir noktadan bahsetmek istiyorum; "öteki". Bir tanımsız 'normal'in dışında ne varsa hepsini 'öteki' torbasına sıkıştırıp hayatımızdan atma peşindeyiz; kadınlar, eşcinseller, transseksüeller, travestiler, deliler, delirttiklerimiz, evsizler, işsizler, cahiller, Kürtler, Rumlar, Ermeniler, engelliler.. kısacası 'biz'den sayılmayan herkes. Murat Uyurkulak da romanlarında bu dışarı atılmış 'öteki'nin yanında yer almakta. Yukarıdan bakan bir kibirle el vermek değil bu, yatay, samimi bir halleşme. Zaten her iki romanı bu kadar hakiki, bu kadar vazgeçilmez kılan da bu unsur bana göre. 

Şimdi gelelim kitaplara;

TOL - Bir İntikam Romanı
"Devrim, vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi."


 Şu ana kadar okuduğum yerli romanlar arasında ihtilafsız en iyi ilk cümleye sahip kitap. Kürtçe intikam, öç, orospu anlamlarına gelen tol romanın ruhuna uygun seçilmiş kelime. 1950'lerden günümüze doğru gayri resmi tarihimize gerçekçi bir bakışla bakıp bize de görmekten kaçındıklarımızın acı tablosunu sunuyor. 

 Kısa bir özetini vermek zor bu romanın çünkü çok katmanlı ve iç içe pek çok hikaye bulunmakta. Hiç bir hikaye özetle geçilebilecek kadar basit ya da önemsiz değil o nedenle sadece genel bir çerçeve çizmekle yetineceğim. 
"Hep yarım kaldım, hiç tam doymadım, tam bağırmadım, tam dokunmadım. Bıçak ruhumda dehşet bir fısıltı gibi ilerledi ve ben tam ortamdan yarıldım. Ruhuma bir hayat yakıştıramadım." diyen Yusuf bir musahhihtir. Babasını tanımayan, annesi o ilkokula başladığında intihar eden yetiştirme yurdunda büyümüş hayata karşı düşünceli ve bir o kadar da öfkeli insandır. Roman onun peşini bir türlü bırakmayan yeşil dosyası yüzünden işinden kovulması ile başlar. Birden onu ve Şair'i bir trende yolculuk ederken buluruz. Ve asıl romana girişimiz burada başlar. Şair, Yusuf'u babasıyla tanıştırır adeta. Yolculuk boyunca ona okuması için çeşitli kişilerce yazılmış hikayeler verir, bunlardan bazıları Şair'in hayatına aittir, bazıları ise Yusuf'un babası Oğuz'a. Ama sadece onlar yoktur anlatılanlarda. Bu memlekette kendince bir şeyler yapmaya çalışan insanların başına gelenler vardır. Devrim isteyen, hak isteyen, adalet isteyen ve bunun için çalışan insanların acıları, sıkıntıları, görmezden gelinmeleri, uğradıkları işkenceler ve delirmeleri vardır. Hiç biri doğuştan saf ve iyi değildir elbette ki, zaten romanı hakiki yapan da budur. Onların da pürüzleri vardır ama onları delirten kendi pürüzleri değildir. Hak mücadelesi verirken yaşadıkları zorluklar ve işkencedir. Kitap "Bir ihtimal olduğunda, devrim ne kadar da güzel" diyerek biter.

 Tol'u ilk okuduğumda Gezi sürecini yaşamaktaydık ve romanın ilk cümlesi beni "acaba hala bir ihtimal var mı?" diye düşünmeye sürüklemişti. Bu düşüncelerle romanı hızla okudum. Zaten sizi saran ve kendiliğinden akan bir dil var bu romanda. Edebiyatın yüksek ve arınmış dili yok, sokağın dili var; küfür, argo tabirler çekinmeden kullanılmış. Normalde yanımda bu tarz konuşulsa rahatsız olurdum ama bu hikayeler başka türlü anlatılamazdı ve anlatılmamalıydı da. Yalnız belirtmeden geçmek istemem, o küfürlerin gücü bile romanın şiir tadına gölge düşürmemiş. Cümleler o kadar ustalıkla kurulmuş, kurgu o kadar güzel yapılmış ki bunun bir ilk roman olduğuna inanmak çok zor oluyor. Dört senede türlü zorluklar ve 'git-gel'lerle yazılmış. İyi ki de yazılmış dedirtiyor.

" Hayat bana onurumu geri ver. Hayat bana erkekliğimi, kadınlığımı ve hayvanlığımı geri ver. Hayat bana Esmer'imi de, Ada'mı da, tepemi de geri ver. Hayat bana kurşunlarımı geri ver.."

HAR - Bir Kıyamet Romanı

"...öyle böyle değil, çok netameli, pek hassas bir yerdir. Herkesin bin türlü takıntısı, çeşit çeşit sapıklığı, ruhundan söküp atamadığı kötü hatıraları vardır. Tarihini hatırlasa infilak edecek bir ülkedir." 

Har, Murat Uyurkulak'ın 2006 yılında yayımlanan ikinci romanı. Yan taraftaki arka kapağından anlaşılacağı üzere Netamiye adlı bir ülkede geçiyor. Natamiye'de Netamlar, Xırbolar, Topikler, Cacikler, Çingolar birlikte yaşamaktadır. Netamlar ve Xırbolar arasında bir savaş vardır ve bu savaş yüzünden yuvası dağılan, bedeni dağılan, ölen, 'yamulan' insanlar vardır. Aslında çok tanıdık bir hikayedir bu. Bize uzak ya da yabancı değildir. Günümüzün "fantastik" versiyonu. 19 Şubat 2006 yılında Gündem için Orhan Güneşdoğmuş'un Uyurkulak ile gerçekleştirdiği röportajda Uyurkulak bu "fantastik"lik için şöyle demiştir;


"Netamiye dediğiniz ülke, çağrışımlarıyla vs... aslında Türkiye. Türkiye'yi ve son yirmi yıldır yaşanan 'iç savaşı' anlatmak için neden fantastik bir kurguya ihtiyaç duydun?

Bence benim kurgum fantastik değil. Har ziyadesiyle 'gerçek' bir metin. Fantastik olan, Netamiye'nin kendisi. On iki yaşındaki çocukların on üç kurşunla öldürülüp 'terörist' damgası yediği, vicdanları gereği savaşmayı reddeden bir avuç insanın zindanlarda çürütüldüğü, tek kuruş rüşvet almadan görevini yapan memurlar meydanlarda coplanırken, katillerin ve hırsızların kahraman sayıldığı bir ülke, fantazyanın ta kendisi değil de nedir? Ben Har'da olsa olsa, bu acayip fantazyayı bir tür 'hakikat' düzlemine çekmeye çalışmış olabilirim.
       Ama, simgelerin, şifrelerin, dolayımların yoğun kullanımından söz ediyorsan, henüz acısı taze olan yaraları anlatmak doğrudanlığı kaldırmıyor pek fazla. Doğrudanlık, insanı bir yerde mecalsiz bırakıyor. Dahası 'edebiyat parçalamak'tan çekiniyor insan. Böyle bir durum var..." der. Bence haklıdır da.


Roman iki katmandan oluşur bir katmanda Netamiye'de yaşayan bir Netam olan Numune'nin, Onüç'ün, Otuzbeş'in ve yamukların hikayesi; bir diğer katmanda ise; kıyamet öncesi bir "seçilmiş" bulmayı umudeden meleklerin hikayesi.  Roman 'bab'lar halinde 16'dan geri sayılarak yazılmış. Her bölümün başında Uyurkulak tarafından "uydurulmuş" bir ağıt var. Bu ağıtlar ve ağıtların ait olduğu yöre o bölümle ilişki içerinde. Askerlikteki gibi 'terkip' ile başlayıp 'terhis' ile son buluyor. 

Roman iki kişiye ithaf edilmiş; bunlardan biri on iki yaşında on üç kurşunla 'terörist' diyerek öldürülen Uğur Kaymaz diğeri ise; 24 Aralık 1997 yılında Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi 2. sınıfta öğrenciyken okul tuvaletinde asılı olarak bulunan Ali Serkan Eroğlu. İntihar süsü verilmeye çalışılmıştır failleri halen bulunmamıştır. Aslında bu iki isme bakarak da romanın derdini az çok tahmin etmek mümkündür.

Uyurkulak her iki romanında da üstten bir anlatıma girmez. İnsan hikayeleriyle anlatır, görülmek istemenmeyen bu nedenle de görülmeyen insanları konuşturur. Har'da 'Hakikat' kitabını yazmak için Somyamuk'un karşısına oturan tüm yamuklar nasıl 'yamul'duklarını anlatırlar. Bunlar bir açıdan kayıt dışı sözlü tarih gibidir bildiğimiz hiç bir tarih kitabı 'o sırada orada yaşayan insan' ne çekti, ne yaşadı ile ilgilenmez. Ama Uyurkulak onları anlatmıştır. Benim şahsi kanaatimce kapitalizm ve ondan türeyen türlü belalar nedeniyle 'insan' unutulmuştur. Her dönemde filler tepişmiş olan güçsüz ve iktidarsız olan sade insana olmuştur. Bu açıdan bakıldığında şu an günümüz Türkiye'sinde de farklı bir şey yaşanmamaktadır. 

Har ile ilgili yorumumu yine Har'dan bir parça ile tamamlamak istiyorum:

"Palaskalı her Netam'ın yanında poşulu bir Xırbo var
Onüç çenesini sıvazlayıp soruyor:
    'Niye çift çift iniyor bunlar?'
    Tefail yanıtlıyor:
    'Onlar kardeştirler, ayrılmazlar...'
    Bu kez Sonyamuk salağı, kalemini dişleyerek soruyor:
    'Ya ayrılırlarsa?'
    Tefail bir puro yakıp kederle gülüyor.
    'Olsun' diyor, 'yine de kardeştirler.

Romanlardan daha da uzaklaşmadan toparlamak gerekirse; dil ve anlatım bakımından Tol ve Har kesinlikle sizi edebi olarak tatmin edecektir. Kurgu ve hikayenin ele alınışı açısından da zor olmasına rağmen zihninizi çalıştıracak ve sizi kesinlikle etkilecektir. Ele alınan konular açısındansa yer gelecek yumruk yemişten beter edecek, yer gelecek sinirden güldürecek, an gelecek için için ağlatacak yani sonuçta size dokunacaktır. Farklı bir açıdan 'tarih' okuması için tavsiye ederim.

Bitirmeden önce Murat Uyurkulak'ın Ot Dergi'nin Ekim 2013 sayısında Rewhat tarafından çizilen "Çizgilerle Murat Uyurkulak Romanlarından Parçalar" köşesinde yayımlanan ve Aralık ayındaki sayıda da takvim olarak hediye edilen çizgilerle baş başa bırakıyorum. 


0 yorum :

Yorum Gönder