22 Aralık, 2013

"Anneee, ben sokaktayım!"        

          "Doksanlar" dendiğinde içim sıcacık olur, heyecanlanırım, özlem duyarım o günlerime. Saatlerce konuşabilirim doksanlar hakkında. Çocukluğumu doyasıya yaşadığım, oyunlar oynadığım, hayaller kurduğum, dış dünyadan bihaber, kendi dünyamda yaşadığım zamanlardı. Dünyayı kendi kafamın içinde yaşamak, 'çekirdek' çevremi kendi kafama göre belirlemek, sanırım o zamanlarımdan yadigar bana. Eve girme zamanının geldiğini gösteren akşam ezanı dışında herhangi bir sınırım yoktu ki hiç, eve girdikten sonra da devam ederdi zaten oyun. Yaralarımla da daha kolay baş edebiliyordum; çünkü sadece diz yaralarım vardı o zamanlar. Sokakların, oyunların ve arada kabuğunu kaldırıp tekrar kanattığım yaralarımın hepsi benimdi. Belki de, büyüdükçe bana dayatılan, beni sınırlandırmaya çalışan sosyal/fiziksel çevreye ve zor iyileşen yaralarıma olan isyanım bu yüzdendir. "Büyüdüm, elbette büyüdüm ama o 'durdum ben' diyen tarafım doksanlarda kaldı galiba." 

Doksanlar benim için bu kadar anlamlı ve önemliyken, Kadir Aydemir'in derlediği Yitik Ülke Yayınları tarafından basılan "90'lar Kitabı: Çocuk mu Genç mi?" isimli kitabı alıp okumamam imkansızdı. Kitabın içinde 111 yazarın yazısı bulunuyor. Her biri, doksanların kendisi için hissettirdiklerini, hatırlattıklarını yazmış. Kimisinin ilk gençlik yıllarıymış, kimi benim gibi daha çocukmuş, kimiyse yeni çıkan sivilceleriyle ergenlik dönemindeymiş. Sokakta taso oynayan birisine babasının öldüğünü söylemişler, bir diğeri ise okumayı öğrendiğini televizyonda Turgut Özal'ın öldüğünü söyleyen son dakika yazısını okurken fark etmiş. Biri Alf'i anlatmış uzun uzun bir diğeri ise evde arkadaşlarıyla yaptığı dans yarışmasında yaptığı Yoncimik dansını. Biri Kurt Cobain demiş, diğeri sanal bebek...

         Doksanlarda henüz çocuk olanlar Susam Sokağı, mavi okul önlüğü, leblebi tozu, Tombi, meybuz, Barış Abi, Şirinler, salça ekmek, yakar top, saklambaç, yerden yüksek, misket, taso, Turbo sakız, Sindy/Barbie bebek, Super Mario, BMX bisiklet, Tetris, sinek ilacı arabasının peşinden koşmak, Hugo, kupon biriktirerek alınan ansiklopediler, kırılmaz mavi Acropol takımlar, maketler, kağıttan kıyafet giydirilen bebekler, bize dünyanın yuvarlak olduğunu kanıtlayan Tsubasa, Macarena dansı, Yonca Evcimik, Harun Kolçak, Burak Kut ve Kenan Doğulu'dan bahsederken; yaşları biraz daha büyük olanlar Uğur Mumcu suikastı, Metin Göktepe'nin öldürülmesi, Madımak katliamı, Zonguldak'taki grizu patlaması, Bosna saldırısı, Körfez Savaşı, YÖK Protestosu ve Tansu Çiller'den bahsetmiş. İlk grup doksanları saflık, temizlik, çocukluk olarak yorumlarken, ikinci grup ise doksanları daha karanlık taraflarıyla hatırlamış.

          Hatırlananlar ve hissedilenler farklı olsa da, aslında anıların birçoğu ortak ve doksanlara ait hemen her şeyden bahsedilmiş bu kitapta. Fonda doksanlar Türkçe pop, kalbimde ve aklımda anılarımla okudum kitabı. Oldukça da keyif aldım. Bu yazıyı da yüzümde hafif bir gülümseme ve bolca özlemle yazıyorum. Çocukluğumu sokakta ve doyasıya yaşadığımdan olsa gerek, özellikle doksanların ilk yarısını mutlu ve umutlu yıllar olarak hatırlarım. Hayat sokaktaydı ve benim birçok oyun arkadaşım vardı. 

Hazine kutumdan bir parça.
(Zerrin Özer'in albüm kartonetindeki bu mektubu
sadece bana yazdığını düşünmüştüm.)
       Evin arkasındaki parkta Çokoprens kaplarını birbirine sürtünce çıkan simleri yüzüme sürdüm, kiremitleri kırıp tükürüğümle karıştırarak kına yaktım ellerime, boş arsada top oynadım, hıdrellezde yakılan ateşin üstünden atladım, oyun arasında bakkala gönderilince ne alacağımı unutup Kemal bakkala elimdeki parayı gösterip "bununla ne olur?" diye sordum. Lastik atlamada çok iyiydim, bazen yaramazlık yapıp bir arsada akşam ezanından sonra boş cam şişeleri duvara vura vura kırdığım da oldu. Annemin beni korkuyla sokak sokak arayıp arsada şişe kırarken bulduktan sonraki 2 gün sokağa çıkma yasağı verdiğini hiç unutmam. Anneme yaşattığım şoklardan sadece biriydi bu. Bu olaydan bir süre sonra da mahallede açık süt satan amcanın kamyonuna binip megafonla "Sütçü geldi, sütçüü!" diye bağırıp neredeyse annemin kalbine indirecektim. Ergenliğe doğru adımlarımı attığım doksanların ikinci yarısında ilk aşık olduğum şarkıcı ne Burak Kut ne de Tarkan'dı, Yaşar Gaga'yı sevmiştim ben; o kadar ki, belki bir ihtimal okur diye, ona oldukça duygusal bir mektup bile yazmıştım. Birçok kişiyle mektuplaşırdım zaten o zamanlar. Yazmanın hisleri aktarmadaki önemini de o yıllarda öğrenmiştim. Babamın Sirkeci'den alıp getirdiği kasetleri dinlemek, o şarkılara eşlik etmek, ses kaydetmek, hüzünlü şarkılarda depresyondan depresyona koşup (bu anlamda Zerrin Özer'in "Sevildiğini Bil" albümünün yeri hala ayrıdır. Bence bulup mutlaka dinlemelisiniz.), hareketlilerde çılgınca dans etmek de rutinlerim arasındaydı. Kitapta bahsedilen tüm çizgi filmlere ek olarak "Şeker Kız Candy" desem size? İmkansız aşklara verilebilecek en güzel örnektir oradaki Terry'e olan aşkım.
          Daha uzatmamalıyım sanırım, yoksa sayfalar sürecek bu yazı. Tetriste hala uzun çubuğu bekleyen ve "Sevdim, güldüm ve ağladım..." diyen herkese tavsiye ettiğim bir kitap "90'lar Kitabı". Madem Yaşar Gaga dedim, onun bir şarkısıyla bitireyim yazımı: "Gel, benim o gizli bahçemde bilinmeyen sazlar çalınır, mis amber kokuları salınır..."




0 yorum :

Yorum Gönder