"Birçok şeylere ihtiyacımızı ancak onları görüp tanıdıktan sonra keşfetmez miyiz?.."
....
"Hayatın bundan ibaret olduğunu zannettiren bilgisizliğimin yerini şimdi, dünyada başka türlü de yaşanabileceğini bir kere öğrenmiş olmanın azabı tutuyordu."
....
"Sadece müteessirdim. 'Bunun böyle olmaması lazımdı.' diyordum."
...
"Bizim mantığımızla hayatın mantığı asla birbirine uymuyordu."
Bu defa riskli bir işe kalkışıyor gibi hissediyorum kendimi;
çünkü benim için kutsal niteliktedir "Kürk Mantolu Madonna". Biliyorum, ne
yazarsam yazayım eksik olacak ve haksızlık etmiş olacağım kitaba. Ama yine de
yazmayı seçtim.
Bu kitabın çok özel olması ve içinde kendimden çok şey
bulmam için birçok nedenim var. Öncelikle “Sen Allah’ın bana vermeyi unuttuğu
kardeşimsin bence.” yazılı bir notla hediye edilmişti bana. Ve her okuduğumda (kaybolduğumda, bunaldığımda, ürktüğümde, saklandığımda) tekrar tekrar anladım ki, ben aslında hem Raif’tim hem Kürk Mantolu Madonna. Hem onlarınki kadar
büyük bir sevgiye özeniyordum ve böyle bir sevgiyi bekliyordum hem de artık
bazı şeyler kolay olsun, herkesinki gibi olsun istiyordum. Tabii ki sadece bu değil; içimde hep
hissettiğim ama kelimelerle şekil alamamış birçok cümle vardı bu kitapta, yaşadığımız dünyaya ve o dünyanın insanlarına dair... Sadece
bir aşk kitabı değildi bu, hayatımın cümlelerinin yazılı olduğu, okurken kendime sürekli “yalnız
değilim işte” dedirten bir kitaptı.
Gerçekten anlayabilen, gerçekten düşünebilen, gerçekten
hissedebilen ve ‘basit insanlarda olduğu gibi, kederden sevince,
heyecandan sükûnete kolayca geçemeyen’ derinlikli kişilerin anlayabileceği bir kitap olarak
görüyorum Kürk Mantolu Madonna’yı. ‘Her şeyin her şeyi olduğu gibi kabul ettiği’
bir dünyada Nietzsche’nin tabiriyle “sığ zihinli olan” bir kişi okuyunca bir
aşk romanı olarak yorumlayabilir ki bu da kitaba yapılacak en büyük
hakaretlerden biridir.
İnsanın tahammül edemeyeceğini zannettiği şeylere pek de
çabuk alışıp katlanabileceğini söylüyor Raif, bunun böyle olmaması lazımdı,
diyor ama ekliyor: “Demek böyle olması icap ediyormuş.” Kaderci düşünmenin
bazen insanı rahatlattığına, hatta delirmenin eşiğinden döndürdüğüne inanan ben, Raif’in bu cümlesiyle rahatlıyorum. Biz bilmesek de her şeyin bir nedeni varmış ya hani... Ama yine aynı
Raif, oldukça gerçekçi bir bakış açısıyla hayatta hiçbir zaman kafamızdaki kadar
harikulade şeyler olmayacağını da söylüyor. Geç tanıştığımız, ama varlığını sevip hayatımızın merkezine aldığımız; bizim için artık var ve vazgeçilemez olan; bu yüzden de sonsuza kadar var olacağını sandığımız şeylerin bir sonu olabileceğini hatırlatıyor. Sebepsizce gelen iç sıkıntısının geldiği gibi yine sebepsizce
gideceğine inanan ben, içeriği farklı ve iç sıkıntısına görece çok ağır olsa da, Raif’in “Bir imkân,
mevcudiyetine ihtimal bile vermeye cesaret edemediğim bir imkân, boş ve manasız
akıp giden ömrümün yanına kadar sokulmuş ve sonra, birdenbire, geldiği kadar
ani ve sebepsiz, çekilip gitmişti.” cümlesini çok iyi anlayabiliyordum.
Boş ve manasız akıp giden bir ömrün yanına kadar sokulan imkânın yarattığı umut hala ayaktayken, o imkân çekip gidince geriye kalanlarla devam edebilmek için nasıl bir mücadele gerektiğini görüyordum Raif'in cümlelerinde. Özendiğim aşkı o kadar güzel anlatıyordu ki “Bir insanın bir diğer insanı,
hemen hemen hiçbir şey yapmadan, bu kadar mesut etmesi nasıl mümkün
olabiliyordu? Bu yaşıma kadar mevcudiyetinden bile haberim olmayan bir insanın
vücudu birdenbire benim için nasıl bir ihtiyaç olabilirdi?” diye sorarken.
Kürk Mantolu Madonna’nın mevcudiyetiydi o… 'Boğulacak kadar
yalnız, hasta bir köpek kadar yalnız, erkeklerin küstahça gururlarından
tiksinen, hiçbir şeyi kendini erkeklere beğendirmek için öğrenmemiş olan'
Maria’nın mevcudiyeti… Maria kendisinin, benim kendim için hep söylediğim gibi, ‘dünyadan
ziyade kendi kafasının içinde yaşadığını’ söylüyordu. Ve aslolanın yalnızlık
olduğunu… Ona göre insanlar ‘sadece belirli bir seviyeye kadar birbirlerine
sokulabilirler ve gerisini uydururlar. Kürk Mantolu Madonna’ya göre “Sevmek ve
hoşlanmak başka, istemek, bütün ruhuyla, bütün vücuduyla, her şeyiyle istemek
başka”ydı ve aşk, işte bu istemekti. Aşkın büyüklüğü daha iyi nasıl
anlatılabilirdi ki? Birine “Seni seviyorum… Deli gibi değil, gayet aklı başında
olarak seviyorum.” demenin anlamını kaç kişi biliyordur ki? Diyorum ya, okuduklarım o kadar 'ben' ki, hem Raif hem Maria yukarıda bahsettiğim "yalnız değilim işte"leri söyletiyordu bana.
Raif’le Maria ilişkisinin, Raif’in “Ve bir gün her şey
bitti.” cümlesinde anlattığı gibi basit ve net bir şekilde bitişi, hiç bitmeyecek sanılan, var
zannedilen şeylerin bir anda yok olması ve bilinmeyen, sonradan öğrenilen,
ağlatan gerçekler… Her sıkıldığımda, ruhum her bunaldığında elime aldığım "Kürk
Mantolu Madonna"m ve onun hayatı sorgulatan soruları…Bitirirken ben de soruyorum:
“Ben neyim? Ruhum, bir ağaç kurdu gibi beni kemirmekten başka ne yapıyor?”
Pek bir beğendim..
YanıtlaSilYaklaşık olarak 10 yıl önce okuduğum kitap, ama yorum yapacak kadar aklımda kalan pek fazla bir şey yok. Bana anımsattığı tek bir sahne var, nehir kenarındaki bir banka oturmuş yalnız bir kadın ya da erkek.
YanıtlaSilPek çok kitap için yaptığım gibi tekrar okumalıyım. Tülin