12 Nisan, 2013

"Görünen oydu ki sanat, form, mükemmellik, aşkınlık, hakikat zaten sözü edilmeye değmez kavramlar, ağza alınmayan kelimelerdi. Bir bu kasaba için mi? Yaşadığın toprakların gerçeği bu diye hatırlatıyordum kendime. Ama yine de umursamazlığın, kaygısızlığın, rüzgarın estiği yöne göre konumlanmanın da bir sınırı olacağını sanıyor, olması gerektiğine inanmak istiyordum. Erdeme ya da ruhun asaletine... Ne boş düşüncelilik! Ne anlamazlık içine doğduğun ülkeyi!" (s.27)


Feryal Tilmaç-Esneyen Adam

    YKY- Ocak 2013

Eğer bir kitabevine kafamda bir hedefim olmadan girdiysem ve bir şey de almadan çıkmamaya kararlıysam, arka kapaktaki tanıtım yazısı gönlümü ya da aklımı çelebilecek güçte ancak muhakkak ince bir kitap alırım. Feryal Tilmaç'ın Esneyen Adam'ını da işte bu şekilde edindim. O arka kapak şöyle diyordu: "Bu öyküler sanatın ve düşüncenin etrafını karbonmonoksit bulutu gibi saran popüler kültüre, aslolanın değersizleştirilmesine, görünme derdine, temelsizliğe, kültürsüzleşmeye, aşkın, inancın, etiğin, vicdanın kalıplara dökülmesine, aynılaştırma çabalarına, içi boş klişelerin tümüne ve dayatmalara ve hoyratlıklara ve özensizliklere kendi halinde bir karşı çıkıştır." Yazarın çığlığı halini almış günümüz aynılaşma/aynılaştırma realitesinin tam karşısında duran bir kişi olarak alıp okumazsam kendimle çelişmiş olurdum... 

Ancak şunu da belirtmem gerekiyor, yazarın adını dahi duymamıştım. O yüzden kendisi hakkında küçük çapta bir araştırma da yaptım. Feryal Tilmaç 1969 doğumlu, Boğaziçi Üniversitesi mezunu bir yazar. Esneyen Adam ilk kitabı değil; öncesinde yazdığı araştırma/inceleme kitaplarına ek olarak, iki tane daha öykü kitabı bulunuyor. 2009 yılında bu kitaplardan bir tanesi Sait Faik Öykü Ödülü'ne layık görülmüş. 

Kitaba gelirsek, Esneyen Adam 7 farklı öyküden oluşuyor ama bana sorarsanız bu tekil bir 7'den ziyade aslında 3+4. Ne demek istediğimi şöyle açıklayayım: Kitabı bitirdiğinizde aklınızda yer etmiş, deyim yerindeyse tadı damağınızda kalmış 3 öykü bulunuyor. (Zevkler renkler tartışılmaz dersem, kitabın ruhunu kirletmiş olurum, evet!) Belirttiğim 3, kitaba ismini de veren "Esneyem Adam," "Çığlık," "Aslı Gibidir" isimli hikayelerden oluşuyor. Bu 3 öyküden kısaca bahsetmek istiyorum. 

"Esneyen Adam" Anadolu'da bir kasabaya getirilen heykelin ismi. Heykel yörenin tüm erkeklerini uyutunca ve bu şekilde nam salınca yurdun dört bir yanından uykusuzluk sorunu yaşayan kişileri kasabaya çekerek bölgenin turistik bir yer haline dönüşmesini sağlıyor (ya da sebep oluyor). Bu turizm furyasını anlatırken yazar, turistik yerlerde göze çarpan o bayağılaşmayı da gözler önüne seriyor. Medyanın yöreye ilgisi, kasaba halkının televizyonda görünme çabası, Bakan'ın gelmesi, gelmesinden evvel yörede yaşananlar, Bakan'ın heykele bakıp uyuması, buna sinirlenmesi, heykeli yıktırması ve sırf Bakan dedi diye halkın bu duruma tepkisiz kalması, hatta destek vermesi... Kısacası bilindik Türkiye manzaraları. Hele Bakan'ın heykele sinirlenip yıktırma emri verişi o kadar bizden, o kadar güncel ki, insan okurken  ana haber bülteni izlediğini sanıyor: "Yıkın o Ucubeyi!" 

"Çığlık" belki kitabın bahsettiği eleştirileri gözümüze sokarak yapmıyor, ancak okurken insanı her kelimesiyle düşündürüyor. Olay örgüsü, genç bir gazetecinin Oscar ödülü kazanmış bir yönetmen ile söyleşiye gitmesi etrafında kurgulanmış. İkisi arasındaki diyaloglar ince ince işlenmiş görünüyor. Bazı bölümlerin altını çizdim, çünkü bana hayatın ta kendisini anlattı! Hele bir kısmı var ki-kuvvetle muhtemel kendimden de bir şeyler bulduğum için- burada alıntılamak isterim: "Belki de bunu hep yapıyordu. Düşünüp kurup kendini olmadık kaygılarla yüklüyor, zihni siyah noktaları iştahla birleştirip felaket resimleri çiziyor, kaygı mutsuzluğa çevriliyor, mutsuzluğu bir yaşama başarısızlığı olarak duyuyor, bu sefer de neden mutsuzum diye mutsuz oluyor, kara safra damarlarına yürüyordu. Sonra gelsin hastalık, gitsin kalp çarpıntısı!" (s.63)

"Aslı Gibidir," bir cenaze evini anlatıyor. Herkes hayatında en az bir kere bulunmuştur ya bir cenaze evinde, işte o yüzden bu aslında herkesin hikayesi. O evde yaşananlar, söylenenler, yapılanlar o kadar klişe ve aslında mevtanın kendisinden o kadar uzak ki yazarın gözlem gücü ve ince eleştirisi burada da kendisini gösteriyor. Bu hikayenin "sonsuz" şeklinde bitmesi, bize bu cenaze evi parodisinin bıkmadan usanmadan yinelendiğini güzelce anlatıyor. Tabii, "Aslı Gibidir" kitaptaki son hikaye olduğu için "sonsuz" aslında tüm kitaba da bir gönderme olabilir. Öyle olsa bile, argümanım bu koşulda da işler. 

Yazının başlarında da belirttiğim gibi, bu 3 hikaye bence eserin temel direkleri. Diğer hikayeler, belki çok kısa olmalarından kaynaklı, bana pek hitap etmedi. Yazının kaç sayfa ya da kaç kelime olduğu önemli olmayabilir belki ama hikayelerin içine girip bir yolculuk yapma imkanı tanımadılar bana... 

Yazımı burada küçük notlarla bitirmek istiyorum: 
  • Dilsel açıdan kelime dağarcığımı geliştiren kitapları hep sevmişimdir. Edebi bir eserin yapması gereken de budur. Bu kitaptan öğrendiğim kelime "handiyse." (Cehaletimi bağışlayınız!) 
  • Genellikle, okuduğum en yeni kitapların bile en az 30-40 yıllık geçmişlerinin bulunduğunu ya da zaten tarihi roman olduğunu hesaba katarsak, güncel bir kitap okumak benim için değişik bir deneyim oldu. Mesela öykülerden birinde bir karakter Nişantaşı'nda Cafe Nero'ya gidiyordu!  
  • Burada şuna da değinmeliyim: Yazarın gündelik hayat pratiklerini gözlemleme biçimi gerçekten başarılı. Bu bağlamda 2000'li yılların bir panoramasını da görebiliyorsunuz.
En kısacası, tavsiye edilir!








0 yorum :

Yorum Gönder