03 Haziran, 2013

Bu haftaki blog yazımda daha önce okumadığım bir eser üzerine yazmaya karar vermiştim. Geçen hafta kitapçılarda dolanıp bir kitap seçmeye çalışırken ve raflara göz gezdirirken ünlü yazar Patrick Süskind'in Güvercin isimli eseri bir anda dikkatimi çekti ve onu alıp okumaya karar verdim. Aslında bu kitabı alırken ülkemin siyasetinde yaşanan olaylarla bu eser arasında paralellik kurabileceğimi hiç düşünmemiştim. Ancak kendisini tekdüze, dingin bir hayat sürmeye öylesine alıştırmış eser kahramanı Jonathan Noel'in hikayesini okurken istemeden ülkemde son dönemde yaşananları düşündüm. O noktada eser benim için daha da anlamlı bir hal aldı.

Şöyle ki Süskind'in eseri aslında tekdüze yaşamların sıradan bir güvercinin etkisiyle yerle bir olabileceğini okurlarına çarpıcı bir biçimde gösteriyor. Eser kahramanımız Jonathan Noel hayatını bankada bekçilik yaparak kazanmaktadır ve Paris'te çatı katındaki odasında dingin, sakin, monoton bir hayat sürdürmektedir. Yakın zamanda yaşadığı bu çatı katının sahibi olmayı hayal etmektedir. Bu korunaklı yaşam odasına bir güvercinin girmesiyle alt üst olur. Öyle ki Noel her gün sabahın 8'inde çalıştığı bankanın önüne gelir, bütün gün boyunca kapının önünde ayakta dikilir, bir aşağı bir yukarı yürür ve Mösyö Roedel'in limuzinini karşılardı. Oysa o güvercin olayından sonra kendi sözcükleriyle kahramanımız: "Zaten tehlikeli bir yola girmişti, zaten bir deli gibi kavrama yeteneğinden yoksun biri gibi davranmaya başlamıştı, neredeyse toplum dışı biri gibi- Mösyö Roedel’in limuzinini atlamak! Parkta öğle yemeğinde üzümlü çörek yemek! Şimdi dikkat etmezse özellikle küçük şeylere dikkat etmeyip süt kartonunu bankta unutmak gibi sözümona en sıradan dikkatsizliklere en enerjik bir biçimde karşı koymazsa çok geçmeden tutunacağı hiçbir dal kalmayacaktı." (49) Aslında belki de aynı gün Noel'in özgürleşmesinin de hikayesiydi. Çünkü kahramanımız bu alışık olmadığı ve karşılaştığı zorluklarla hayatını da bir anlamda yeniden gözden geçiriyordu. Eserin sonunda da kahramanımızın yağmurda su birikintileri içerisinde yürüdüğünü okuyoruz: "Canla başla su birikintilerine daldı, ortalarına ortalarına zikzaklar çizerek birikintiden birikintiye dolaştı, hatta bir keresinde, karşı kaldırımda özellikle güzel, kocaman birikinti gördüğü için kaldırımı değiştirdi, şapırtılar çıkaran dümdüz tabanlarıyla ortasından geçti, öyle bir su fışkırdı ki vitrinlere, park edilmiş arabalara, kendi pantolonunun paçalarına, nefis bir şeydi, o ise bu küçük çocuksu yaramazlığın büyük yeniden kazanılmış bir özgürlükmüşçesine tadını çıkarıyordu. Ve daha coşkusu, keyfi yerindeydi." (76)

İşte Jonathan Noel'in tekdüze hayatının dönüşümünü okurken aynı anda da ülkemin polisini düşündüm, en temel hak taleplerine, en ufacık eylemlere, protestolara, barışçıl yürüyüşlere tahammül göstermeyerek emir kulu olarak sorgusuz sualsiz aldığı emiri uygulamaya geçiren ve kendi vatandaşlarını acımasızca biber gazı bombardımanına tutan ülkem polisini. Daha sonra son bir haftadır ülkemde yaşanan olayları düşündüm. Gezi Parkı direnişinde vücut bulan ülkem insanının meşru, demokratik taleplerini ve bu talepler etrafında yılmadan birleşmelerini, büyümelerini, pes etmemelerini, ne olursa olsun geri adım atmamalarını. Halk güvercinlerini çoktan bulmuştu. Şimdi umudum ülkem polisinin de fazla gecikmeden güvercinlerini bulmaları (belki ülkeyi yönetenlerden önce bunu fark etmeleri). Öyle ya da böyle aynı Jonathan Noel'in odasına güvercinin konduğu günden sonra onun hayatı için nasıl hiçbirşey eskisi gibi kalmadıysa hissediyorum ki sivil Gezi Parkı Direnişi hareketiyle birlikte hiçbirşey ülkem için de eskisi gibi olmayacak!

1 yorum :