10 Kasım, 2012


Huzur
Ahmet Hamdi Tanpınar 
Dergah Yayınları 


20. Yüzyıl’ın ilk on yıllarında yaşanan yıkımın ve dirimin izlerini taşıyan bu romanda, bireysel ve toplumsal ızdırapları, insan iradesine duyulan inanç ve inançsızlığı da görüyoruz, kendimize mahsus bir hayat tahayyül edebilmenin heyecanını da. Tanpınar, 1930’lu yılların İstanbul’unda bireylerin umutsuzluklarını ve iç mücadelelerini, “bize ait” olarak nitelendirdiği büyük bir alemin bütünlüğü içerisinde ve arka planında dönemin siyasal ve ekonomik şartlarını da tartışarak anlatıyor. Türk tarihi üzerine doktorasını tamamlamış, başarılı bir gencin, Mümtaz’ın, güzelliğini eski devirlerin hatırası gibi gördüğü Nuran’a olan aşkını anlattığı romanda Tanpınar, bir yandan Türkiye’deki modernleşme çabalarına eleştirel yaklaşımlar getiriyor, bir yandan da İstanbul’un gündelik hayatına ilişkin detaylar sunuyor. Ölümün ve hayatın, aşkın ve ızdırabın “bize ait” birlikteliği üzerinden inşa ettiği anlatı örgüsüyle ise, Cumhuriyetin ilk dönemlerinde yapılan medeniyet ve kültür buhranı tartışmalarına cevap veriyor.  

Tanpınar, kahramanlarının iç dünyalarını en küçük detayına kadar kurguladığı gibi, İstanbul’u da sokak sokak tasvir eder; kimi zaman Nuruosmaniye’de harab bir sokağa bakarken, tekerlekli tahta üzerinde ellerine geçirdiği takunyalarla yürüyen bir dilenciyi ya da Sultanhamam’ında boynu ve göğsü taşıdığı yükün altında ezilmiş bir hamalı görürüz, kimi zaman da Beyazıt’ta sahaflar çarşısında el yazması eski bir mecmuayı okurken Mümtaz’ı… Ama daha çok huzurun mekanı olarak anlattığı, “bir medeniyeti kendine ait bir macera gibi yaşamış bir yer” dediği Boğaz’ın resmini yapar gibidir kelimelerle. Nuran’la yaptıkları sandal sefalarını, vapur düdüklerinin tepeden tepeye aksedişlerini, geceleri Boğaz’ın ışık huzmeleriyle renklenişini anlatır uzun uzun. Bu resmi tamamlayacak en önemli unsur ise eski musikidir. Tanpınar, Şark kültürünün aslı olarak görür musikiyi. Romanda ise eski musiki gecelerini ve kültürünü yaşatır ve bu aşk hikayesinin ana unsurlarından birisi olarak İstanbul’u bir musiki eşliğinde resmeder.

Bütün bu detaylarda Tanpınar’ın, edebiyatı, resim ve musiki gibi bir sanat dalı olarak iyi bir usta titizliğiyle işleme isteğini görürüz. Ve İstanbul’u, Mümtaz’ın Nuran’a olan aşkını anlatırken ya da siyasal, ekonomik, sosyal ve psikolojik tahliller yaparken kendine has sanat üslubunun bıraktığı tadı her daim duyumsarız.    

Özlem D.  

0 yorum :

Yorum Gönder