09 Aralık, 2012


‘İhsan Oktay Anar’a Giriş’ niteliğindedir Efrâsiyâb’ın Hikâyeleri” benim için. Sevdiğim herkesin sevmesini istediğim bu yazarın ilk kitabı olmasa da kendisiyle tanışmak için en uygunu olduğunu düşünüyorum.

Gerçekle masal arasında, ölümle oyunlar oynayan Cezzar Dede ve Ölüm’ün karşılıklı hikâyeleri, bazen korkutarak, bazen güldürerek, alıp götürüyor bu kitapta. Ölüm, canını almaya gittiği Cezzar Dede’nin anlatacağı her bir hikâye için ona bir saat yaşama hakkı verecektir ve aslında Ölüm’ün aradığı kişi Uzun İhsan’dır.  Sürekli ellerinden kaçan Uzun İhsan’ı aramak için Selam Mahallesi’nden Firdevs Mahallesi’ne olan yolculukları boyunca birbirlerine anlattıkları hikâyelerde korkudan dine, dinden aşka, aşktan cennete ulaşırlar;  çünkü insan bilmediğinden korkar ve bilmediğini aramak için dine başvurur, aranan şeye kavuşamayınca aşk olacağı için, arayıştan aşka, aradığını bulunca da meşke, yani cennete ulaşır.

Bu hikâyelerde; ışıktan hazzetmeyen Kont’u, “vuda” isimli bir puta tapan “vudiz”leri, “Nur Ana’ya” ulaşanları, ”iffetini kaybetme tehlikesinin baş göstermesi, kör ve sağır bir erkek cinnet getirmedikçe nerdeyse imkânsız olan” kadınları, başarılı bir muhasebeci olduğu kadar kahraman da olması istenen ve bu yüzden normal kıyafetlerinin altına annesinin diktiği mavi kıyafet ile kırmızı pelerini giyen Gülerk Kent’i okurken hem gülümser hem de Anar’ın hayal gücüne hayranlık duyabiliriz.

Tüm hikâyeler bittiğinde, Ölüm yanında Cezzar Dede ile sonunda Uzun İhsan’ı oturduğu evde yakalar; ancak orada onu bekleyen şey, Ölüm’ün kız kardeşi olan Uyku’dur ve Uyku’nun oradan gitmeye hiç niyeti yoktur. Uzun İhsan’ı uyandırmak için çeşitli gürültüler yapan Ölüm, bahçedeki kurt köpeğinin saldırısına uğrar ve onu köpekten kurtarması için uyanan Uzun İhsan’dan yardım istemek zorunda kalır. Tahmin edeceğimiz üzere, Uzun İhsan Ölüm’den, bu yardım karşılığında yaşamak için biraz daha süre ister. Canını almaya gittiği bir fani karşısında aldığı bu yenilgi Ölüm’ü sarsar; ama canı alınacak bir kişi daha vardır, o da hikâyeleri biten Cezzar Dede’dir. Ancak dedelerinin Efrâsiyâb’ın hazinesini bulmaya gittiğini sanan torunları hiç hesapta olmayan bir şekilde onların yakasına yapışır. Ölüm, onlarla da bir oyun oynar ve eğer güneş batana kadar kendisini güldürmeyi başarırlarsa dedelerini götürmeyeceğini söyler. Çocuklar ne yaparlarsa yapsınlar Ölüm’ü güldüremezler ve sonunda oyunu kaybettiği için en küçük kız torunun gözünden bir damla yaş gelir. Bu yaş karşısında Ölüm’ün suratında bir şey çatırdar; bu, gülümsemesini engelleyen mühürdür; çünkü Ölüm o anda anlamıştır ki çocukluk cennetin ta kendisidir ve cennet de seyredilmeye değerdir.

Kitabı tekrar okuduğumda; yıpranan ve yıprandığı için asabileşen ruhumu biraz Ölüm karakteriyle bağdaştırdım ve dünyayı güzel gören ve belki de asıl çirkinin, dünyada çirkinliği görenler olduğunu savunan, dünyada tattığı en büyük lezzetin hayat değil, insanlık olduğunu ve birçok kişinin insan olmanın zevkini ve keyfini çıkarmaktansa hayatı sürdürmek ve korumak için çok büyük bir mutluluğu kaçırdığını düşünen Cezzar Dede ile oyun oynayan, yüzü mühürlü Ölüm gibi hissettim kendimi. Oysa Cezzar Dede, dünyaya bakınca gülümseyenlerdendi ve onun için kalbinde sevgi taşıyan, gülümseyen herkes cennete bakıyor demekti. Umarım bu tekrar okuyuş,  uzun zamandır yüzüme yapışan bu mührün kırılması için bir fırsat olur…

 

0 yorum :

Yorum Gönder