16 Ağustos, 2013


Ben zalimler çağında yaşayan bir alçaktım

Ahmet Ümit son günlerdeki politik tartışmalardan önce de Türkiye gibi okuma oranı düşük bir ülkede bile ünlü olabilmiş nadir yazarlardan biriydi. Polisiye gibi bir türü bile edebiyat şaheserine dönüştürmek kolay değil tabi ki. Benim ise kendisiyle bireysel ve çok daha özel bir bağlantım var gibi geliyor. Kendisiyle böylesine meşhur olmadan önce lise kütüphanesinde karşılaşmıştık. O zamandan beri de kendi keşfim olduğu için övünmüşümdür. İlk okuduğum kitabı Patasana idi, ondan sonra bütün çıkarttığı kitapları okudum ama her zaman en favori kitabı Patasana oldu benim için. “Beyoğlu Rapsodisi” , “İstanbul Hatırası” ve  “Sultanı Öldürmek” kadar ünlü olmamasını hem yayınladığı döneme hem de ismine bağlıyorum. Maalesef ki okuyucu kitlemiz kapak, isim ve en iyi satanlar listesi üzerinden edebiyat tercihini gerçekleştiriyor.


İlk kapağı benim için çok daha sade ve anlamlı,
o nedenle yenisini değil bunu paylaşmak istedim
Kendi çapımda iade-i itibar yapmak adına da bugün Patasana’yı yazmak istedim. Geri planda kalmışlığına bir özür olarak, okuyucular adına benden gelsin. Şunu da belirteyim, iyi bir polisiye okuyucusu olarak iki kere okuduğum tek kitaptır. Bu da Patasana’nın sadece bir polisiye olmadığını anlatmaya yeter diye düşünüyorum.
Sadık Ahmet Ümit okuyucuları bilir, bilmeyenler için burada kısaca belirtmekte fayda var.  Ahmet Ümit polisiye romanlarında –deneme ve şiir gibi türlerdeki eserlerine ek olarak- tarihi bir konuyla ilgili polisiye bir vakayı harmanlar. Burada tarihi bir konu derken genel geçer, üstünkörü bilgilerden bahsettiğim sanılmasın. Uzun döneme yayılan, bir tarihçi titizliğiyle yapılan araştırmalardan bahsediyorum. Romanı okurken bunu çok daha iyi anlarsınız.

Patasana ise tarihi dönem olarak en eskiye uzanan kitabı Ahmet Ümit’in. Aslında iki kitap içiçe geçmiş diyebiliriz. Bir bölüm Hitit döneminde saray yazmanı olan Patasana’nın kaleminden yazılmış tabletler, onu takip eden diğer bölümse günümüz Türkiye’sinde Fırat kenarında kazı yapan bir arkeoloji ekibinin hikayeleri. Bu şekilde kurgu paralel şekilde ilerliyor. Bir bölüm tablet ve milattan önce dönemden bahsediyor dediysem dili ve konusu sizi korkutmasın. "Ben zalimler çağında yaşayan bir alçaktım" cümlesiyle başlayan tabletlerde insanoğlunun değişmez zayıflıkları, duyguları anlatılıyor aslında. Patasana, ismini günümüzden bir isimle değiştirsek pişmanlıkları anlatan ve af dileyen çağdaşımız bir insan sadece.

Günümüzde geçen olaylarda ise tabletler çıkarıldıkça cinayetler işleniyor. Kazı alanındaki olayları kazı başkanı Esra’nın ağzından dinliyoruz ve farklı kültürlerden gelen insanların hikayelerini dinledikçe de bölgedeki terör sorunu ve Vietnam da dahil olmak üzere konudan konuya geçiyoruz. Her ne kadar cinayetler konunun merkezi gibi gözükse de bölgede asırlardır süregelen güç savaşı ve insanoğlunun hırsları tabi ki ana eksen. Yaşadığımız döneme gelene kadar binlerce yıl geçmesine rağmen Kadim bilginin halen savaşları durduramamış olması, çıkarların her şeyin önüne çıkıyor olması acı.


Yönetmen olsaydım bu kitabı film haline getirmek için bir an bile tereddüt etmezdim. Hem de yemeklere kadar detay verildiğini düşünürsek senaryolaştırmak hiç de zor olmasa gerek. 

0 yorum :

Yorum Gönder