11 Nisan, 2014


Kırmızı Pelerinli Kent için önceden belirlemiş olduğumuz tarihten yaklaşık bir hafta sonra, yani biraz da ülke gündeminden ve yoğun geçen bir günün ardından yorgun düşmüş ama edebiyata dair duyduğumuz heyecanı hiç kaybetmemiş bir şekilde yine Beyoğlu’nda, güzel bir mekanda buluşuyoruz. Üstelik bu sefer bir de “ciddi şıklık” adını verdiğimiz, herkesin takım elbiseli -bunu ilk duyduğumda aklımda canlanan beyaz gömlek ve etek-ceket ya da pantolon-ceketti-, topuklu ayakkabılarla, kuaför eli değmiş bir saç modeli ve bu ciddiyetin gerektirdiği gibi hafif olmayan bir makyajla katılacağı tematik bir buluşmaydı hedeflediğimiz. Bundan sonra yapmayı planladığımız tematik buluşmaların bir ilkiydi aslında bu.

Deep, Taksim 
   Herkes kendince yorumlamıştı “ciddi şıklık” temasını; kimimiz biraz daha ciddiydik, kimimiz takım elbiseli olmasa da kendine has bir şıklık yaratmıştı, kimimiz de grup arasında verilen bu kararın –kendi aramızda konuşurken kahkahalarla güldüğümüzden ötürü olsa gerek- bir şakadan ibaret olduğunu düşünmüş ve spor kıyafetlerle katılmıştı toplantıya. Bu yüzden ilk tematik buluşmamızda acemiliğin ve şaşkınlığın izleriyle birlikte hepimizde yine bir başka basmakalıplığı tiye almanın verdiği keyifli bir ruh hali de vardı.

Takipçilerimizin önerileri arasından Aslı Erdoğan’ın Kırmızı Pelerinli Kent’ini seçmiştik bu ayki buluşma için. Aslı Erdoğan’ın, söyledikleri ve anlattıkları kısa olmasına rağmen aynı oranda bir kısalıkta bitirilemeyen, felsefik ve düşündürücü bu romanını uzun uzun konuştuk, tartıştık.

Aslı Erdoğan bilinenden farklı bir Rio de Janeiro hikayesi anlatıyor bu kitabında. Bir yandan kenti sanki sokak sokak tasvir edip, okuyucuyu kentte uzun soluklu bir gezintiye çıkarırken, bir yandan da herkesin aklına önce karnavalları, sonra eğlence, müzik ve dansı getiren bu kentin bambaşka bir yüzünü, favela’larındaki –yani gettolarındaki- farklı hayatları bütün gerçekliğiyle aktarıyor.

Bu kitabı okurken, Aslı Erdoğan gibi, aklımıza takılan hep aynı soru oluyor: Neden kitabın ana karakteri olan Özgür, Rio de Janeiro’da çok mutsuz olmasına rağmen, çocuk ölümleri, cinayetler, yersiz yurtsuz, aç, yoksul insanlar, çeteler ve kokain ticaretiyle anılan ve hatta “dünyanın en tehlikeli kenti” olarak nitelendirilen, üstelik bir yandan da sıcaklığın her zaman çok yüksek, havanın çok nemli olduğu, insanın ağzında “hep bir kül tablası tadı” ya da “zımpara kağıdı hissi” yaratan Rio de Janeiro’da kalmayı tercih ediyor ya da oradan ayrılmıyor? Kırmızı Pelerinli Kent’te Aslı Erdoğan tam da bu soru üzerinden varoluşa dair en temel soruları sormaya çalışıyor.

Aslında romanın konusuna ve yazarın romanda benimsediği üsluba dair merak edilebilecek bütün soruların cevapları Aslı Erdoğan’ın hayat hikayesinde saklı. Zaten Aslı Erdoğan da Kırmızı Pelerinli Kent’te, Rio de Janeiro’da yaşadığı deneyimler üzerinden otobiyografik nitelikte bir roman yazdığını her fırsatta belirtiyor gibi.

Bilgisayar mühendisliği ve fizik okuduktan sonra yüksek lisansını İsviçre ve Fransa’nın sınırında yer alan CERN’de tamamlamış, fizik doktorası yapmak için gittiği Rio de Janeiro’da eğitimini yarıda bırakarak yazar olmaya karar vermiş Aslı Erdoğan. Tıpkı kitabı okurken kendisiyle benzerlikleri teker teker ortaya çıkan, yeşil kaplı defterine fırsat buldukça iki yıllık “dev bir bilinçaltına dönüşen” Rio de Janeiro deneyimlerini aktaran Kırmızı Pelerinli Kent’teki Özgür gibi.

Aslı Erdoğan’ın anlatısında pek fazla olay yok, aksine yazar, içinde yalnızlık, ölüm, aşk, özlem, nefret, mutluluk gibi birçok konuyu ele aldığı durumlardan sık sık bahsediyor. Bunu bir de her bir cümlesi üzerine sanki günlerce düşünülmüş gibi bir dille yaptığı için, Aslı Erdoğan, bir yazarın kendini anlama / tanıma ve hayata dair düşünsel bir tartışma alanı yaratma çabası açısından başarılı bir edebi eser yaratmış olmanın ötesinde yeni edebiyatçılar arasında da çok daha özgün bir yeri hak ediyor.

Gözde’ye göre Aslı Erdoğan bu romanında hiçliğin peşinde ve tam da bu yüzden “kadın atomu parçalamak istememiş, kendini parçalamak istemiş”.

Merve daha çok yazarın kendisine dair bir yolculuk yaptığını düşünüyor ve hatta ona göre Aslı Erdoğan’ın kafası biraz da karışık. Gecenin sonunda “benim bu kitaba dair gerçekten bir cümlem yok” demeyi tercih ediyor.

Hazal ise kitabın dilinden çok etkilenmiş. Fakat Aslı Erdoğan’ın karamsar bir dünyası olduğunu vurgulamak istediği için olsa gerek bu buluşmadaki son sözü “kendi düşen ağlamaz” oldu.

Burcu da daha çok Aslı Erdoğan’ın anlatım tarzının samimi olmayan bir tarafı olduğunda ısrarcıydı. Ona göre üzerine çok çalışılmış, düşünülmüş ama içinden geldiği gibi yazılmamıştı sanki bu kitap ve belki de sırf bu yüzden Burcu “dramda sanat sanat için anlayışına karşıyım” diye noktalandırıyordu tartışmayı.

Ben bu kitapla ilk olarak 2011 yılının Eylül ayında, birkaç günlüğüne tatil için gittiğim Ayvalık’ta tanışmıştım. Ayvalık’ın en güzel ve sakin zamanlarından biriydi. Sahil kenarında vakit geçirirken, hiç acele etmeden, yavaş yavaş okumuştum bu kitabı. O zaman beni de en çok romanın dili etkilemiş, anlatılması imkansız diye düşündüğüm birçok duyguyu ve anı çok güzel bir şekilde ete kemiğe büründürdüğüne karar vermiştim Aslı Erdoğan’ın. Fakat bugün içinse Kırmızı Pelerinli Kent bende daha farklı bir etki yaratıyor. Kitabı edebi açıdan çok beğenmiş olmama rağmen, bu sefer bende yarattığı ağır ve hatta kapkaranlık karamsarlığından bir an önce sıyrılmak isteği duydum. İşte bu yüzden benim gecenin sonunda kitap için söylediğim son söz “lütfen bir daha Rio de Janeiro’da kimse kalmasın” oldu.  






0 yorum :

Yorum Gönder