Kırmızı Pelerinli Kent
için önceden belirlemiş olduğumuz tarihten yaklaşık bir hafta sonra, yani biraz
da ülke gündeminden ve yoğun geçen bir günün ardından yorgun düşmüş ama
edebiyata dair duyduğumuz heyecanı hiç kaybetmemiş bir şekilde yine Beyoğlu’nda, güzel bir mekanda buluşuyoruz. Üstelik bu sefer bir de “ciddi şıklık” adını
verdiğimiz, herkesin takım elbiseli -bunu ilk duyduğumda aklımda canlanan beyaz
gömlek ve etek-ceket ya da pantolon-ceketti-, topuklu ayakkabılarla, kuaför eli
değmiş bir saç modeli ve bu ciddiyetin gerektirdiği gibi hafif olmayan bir
makyajla katılacağı tematik bir buluşmaydı hedeflediğimiz. Bundan sonra
yapmayı planladığımız tematik buluşmaların bir ilkiydi aslında bu.
Deep, Taksim |
Takipçilerimizin
önerileri arasından Aslı Erdoğan’ın Kırmızı
Pelerinli Kent’ini seçmiştik bu ayki buluşma için. Aslı Erdoğan’ın,
söyledikleri ve anlattıkları kısa olmasına rağmen aynı oranda bir kısalıkta bitirilemeyen, felsefik
ve düşündürücü bu romanını uzun uzun konuştuk, tartıştık.
Aslı Erdoğan bilinenden
farklı bir Rio de Janeiro hikayesi anlatıyor bu kitabında. Bir yandan kenti
sanki sokak sokak tasvir edip, okuyucuyu kentte uzun soluklu bir gezintiye
çıkarırken, bir yandan da herkesin aklına önce karnavalları, sonra eğlence,
müzik ve dansı getiren bu kentin bambaşka bir yüzünü, favela’larındaki –yani
gettolarındaki- farklı hayatları bütün gerçekliğiyle aktarıyor.
Bu kitabı okurken, Aslı
Erdoğan gibi, aklımıza takılan hep aynı soru oluyor: Neden kitabın ana
karakteri olan Özgür, Rio de Janeiro’da çok mutsuz olmasına rağmen, çocuk
ölümleri, cinayetler, yersiz yurtsuz, aç, yoksul insanlar, çeteler ve kokain
ticaretiyle anılan ve hatta “dünyanın en tehlikeli kenti” olarak nitelendirilen,
üstelik bir yandan da sıcaklığın her zaman çok yüksek, havanın çok nemli
olduğu, insanın ağzında “hep bir kül tablası tadı” ya da “zımpara kağıdı hissi”
yaratan Rio de Janeiro’da kalmayı tercih ediyor ya da oradan ayrılmıyor? Kırmızı
Pelerinli Kent’te Aslı Erdoğan tam da bu soru üzerinden varoluşa dair en temel
soruları sormaya çalışıyor.
Aslında romanın
konusuna ve yazarın romanda benimsediği üsluba dair merak edilebilecek bütün
soruların cevapları Aslı Erdoğan’ın hayat hikayesinde saklı. Zaten Aslı Erdoğan
da Kırmızı Pelerinli Kent’te, Rio de Janeiro’da yaşadığı deneyimler üzerinden
otobiyografik nitelikte bir roman yazdığını her fırsatta belirtiyor gibi.
Bilgisayar mühendisliği ve fizik okuduktan sonra yüksek lisansını İsviçre ve
Fransa’nın sınırında yer alan CERN’de tamamlamış, fizik doktorası yapmak için
gittiği Rio de Janeiro’da eğitimini yarıda bırakarak yazar olmaya karar vermiş Aslı Erdoğan. Tıpkı kitabı okurken kendisiyle benzerlikleri teker teker ortaya
çıkan, yeşil kaplı defterine fırsat buldukça iki yıllık “dev bir
bilinçaltına dönüşen” Rio de Janeiro deneyimlerini aktaran Kırmızı Pelerinli Kent’teki Özgür gibi.
Aslı Erdoğan’ın
anlatısında pek fazla olay yok, aksine yazar, içinde yalnızlık, ölüm, aşk, özlem,
nefret, mutluluk gibi birçok konuyu ele aldığı durumlardan sık sık bahsediyor.
Bunu bir de her bir cümlesi üzerine sanki günlerce düşünülmüş gibi bir dille
yaptığı için, Aslı Erdoğan, bir yazarın kendini anlama / tanıma ve hayata dair
düşünsel bir tartışma alanı yaratma çabası açısından başarılı bir edebi eser yaratmış
olmanın ötesinde yeni edebiyatçılar arasında da çok daha özgün bir yeri hak ediyor.
Gözde’ye göre Aslı Erdoğan
bu romanında hiçliğin peşinde ve tam da bu yüzden “kadın atomu parçalamak
istememiş, kendini parçalamak istemiş”.
Merve daha çok yazarın kendisine
dair bir yolculuk yaptığını düşünüyor ve hatta ona göre Aslı Erdoğan’ın kafası
biraz da karışık. Gecenin sonunda “benim bu kitaba dair gerçekten bir cümlem yok”
demeyi tercih ediyor.
Hazal ise kitabın
dilinden çok etkilenmiş. Fakat Aslı Erdoğan’ın karamsar bir dünyası olduğunu
vurgulamak istediği için olsa gerek bu buluşmadaki son sözü “kendi düşen
ağlamaz” oldu.
Burcu da daha çok Aslı
Erdoğan’ın anlatım tarzının samimi olmayan bir tarafı olduğunda ısrarcıydı. Ona
göre üzerine çok çalışılmış, düşünülmüş ama içinden geldiği gibi yazılmamıştı
sanki bu kitap ve belki de sırf bu yüzden Burcu “dramda sanat sanat için
anlayışına karşıyım” diye noktalandırıyordu tartışmayı.
Ben bu kitapla ilk
olarak 2011 yılının Eylül ayında, birkaç günlüğüne tatil için gittiğim
Ayvalık’ta tanışmıştım. Ayvalık’ın en güzel ve sakin zamanlarından biriydi.
Sahil kenarında vakit geçirirken, hiç acele etmeden, yavaş yavaş okumuştum bu
kitabı. O zaman beni de en çok romanın dili etkilemiş, anlatılması imkansız
diye düşündüğüm birçok duyguyu ve anı çok güzel bir şekilde ete kemiğe
büründürdüğüne karar vermiştim Aslı Erdoğan’ın. Fakat bugün içinse Kırmızı
Pelerinli Kent bende daha farklı bir etki yaratıyor. Kitabı edebi açıdan çok
beğenmiş olmama rağmen, bu sefer bende yarattığı ağır ve hatta
kapkaranlık karamsarlığından bir an önce sıyrılmak isteği duydum. İşte bu
yüzden benim gecenin sonunda kitap için söylediğim son söz “lütfen bir daha
Rio de Janeiro’da kimse kalmasın” oldu.
0 yorum :
Yorum Gönder