13 Nisan, 2014

Yazıma etkileyici ve güzel bir “bu kitapla nasıl tanıştım hikâyesi ile başlamak isterdim ama ne yazık ki Öteki Ben ile karşılaşmamız ve yolculuğumuzun geri kalan kısmının kaderi uyarlama bir filme bağlı. Ve çok iyi biliyorsunuz ki uyarlama filmler esinlendikleri kitapları asla sağ bırakmıyor!


Her şey kısaca şöyle başladı: Yönetmenliğini Richard Ayoade'ın üstlendiği the Double adlı filmin afişini ve fragmanını görünce göz bebeklerim büyüdü ve bu filmi izlemeliyim dedim. (Aşağıdaki fragman ve afişi görünce bana hak verecekseniz.) Ardından filmin Dostoyevski’nin Öteki Ben adlı kitabından uyarlandığını öğrenince de vizyona girmeden kitabını okumalıyım diyerek gözlerimi kısıp ellerimi ovuşturdum. Excellent!… Kitap ya da film fark etmez. Sinemasever bir okuyucunun kodu şudur; eğer okuduğu kitaptan uyarlanmış izleyebileceği bir film yoksa, izlemek istediği filmin esinlendiği kitabı okur! Bu kadar dil döktükten sonra umalım ki bir eser daha uyarlandığı sinema filminde mahvedilmesin.

 





Bu sitenin bir kitap blogu olduğu ve (!f İstanbul’da gösterilmiş olsa da) henüz vizyona girmemiş bir filmden daha fazla bahsetmenin abesle iştigal edeceği gerçeğine dayanarak -Dostoyevski’nin de dediği gibi- biz en iyisi gerçekten de yaşanmış bu hikâyenin biricik ve asıl kahramanı olan Bay Golyadkin’e dönelim! İnsancıklar’ ın ardından Dostoyevski bu sefer yedinci dereceden memur Yakov Petroviç Golyadkin’in yaşadığı buhranı damarlarımıza pompalıyor.

Her şey çalıştığı dairedeki patronunun düzenlediği baloya davetsizce girmek isteyen Bay Golyadkin’in partideki ‘garip’ davranışları yüzünden tepki çekip kapı dışı edilmesi ile başlar. Hali hazırda düşman olarak gördüğü iş arkadaşlarının onu partide küçük düşürmesi Bay Golyadkin bir hayli etkiler. Bu olayın hemen ardından Bay Golyadkin kendi ikizi ile karşılaşır. Başta dostça bir ilişki içine girseler de diğer Bay Golyadkin  -yani öteki- de herkes gibi bir düşmana dönüşür. Kahramanımız ötekinin ismini lekelemesinden ve kimliğini çalıp yerine geçmesinden büyük korku duyar. Bay Golyadkin bu düşmanın üstesinden gelmeye çalışırken kitap boyunca kahramanımızın gidip gelen zihninde bir köşeden diğerine sürükleniriz. Bay Golyadkin'in hal ve tavrına sempati ile karışık tebessüm ederken aynı zamanda kahramanımızın köşeye sıkışmışlık hissi bizi de sarar.

Bay Golyadkin’e daha yakından bakarsak kafasında belli değerleri benimsemiş ve bunun dışında davranan insanlara fazla şüphe ile yaklaşan hatta tehdit olarak bile görebilen, detaycı, kendisini acımasızca eleştiren, alıngan, endişeli, kararsız ve huzursuz bir adam görürüz. Doğrusu ilk kez bir karakter üzerine hiç düşünmeden bu kadar sıfat bulabiliyorum. Çünkü tasvirler bir yana, Dostoyevski karakterin psikolojisini okuyucuya öyle birebir yansatıyor ki Bay Golyadkin’i çok iyi gözlemleme şansı buluyorsunuz. Karakterin davranışlarını açıklamadan, çevresindekilerin tepkilerini direkt vererek yani okuyucuyu da karakter kadar bir bilinmezin içinde bırakarak ilginin kitap boyunca Bay Golyadkin üzerinde kalmasını sağlıyor. Kitabın adı Öteki Ben olmasına rağmen diğer Bay Golyadkin’i (yani ötekiyi) bu kadar detaylı okuyamıyoruz, gerçek Bay Golyadkin’in bildiği kadar ötekiyi biliyoruz. 

Öteki aslında Bay Golyadkin’in alter egosu, kötü ikizi gibi…kahramanımızın olamadığı ve olmak istemediği her şey. Kahramanımızın psikolojik durumuna bakıldığında aslında şizofreni hastalığından mustarip olduğu aşikar durumda. Ancak 19. Yüzyıl Rusya'sında bu hastalık hakkında şimdiki kadar bilgi sahibi olunmadığını düşünürsek Dostoyevski’nin kendi ikizi ile mücadele eden bir şizofreni hastasını bu kadar başarılı aktarması hem büyüleyici hem de gerçekten ürkütücü.

Bay Golyadkin’in atıldığı balo kelimeler ile tasvir edilemeyecek kadar görkemlidir. Dostoyevski mekanın hakkını vererek anlatmakta yetersiz hissederek  “Keşke şair olsaydım aziz okuyucular! Ama Homeros ile Puşkin ayarında.” der. Belki bir Rus balosunu anlatmıyor ama ustası olduğu üzere insan psikolojisini, Bay Golyadkin’i ve şizofreni hastası bir adamın içine girdiği durumu kendi görkemi ile o kadar incelikle anlatıyor ki bundan etkilenmemek imkansız. 

Son olarak, alakasız olacak ama yaşadığım bir aydınlanmayı da sizlerle paylaşmak istiyorum. Öteki Bay Golyadkin, kahramanımız Bay Golyadkin’e yazdığı aşağıdaki şiiri okuyunca binlerce kez dinlediğim Radiohead’in Climbing up the Walls şarkısının sözleri aklıma geldi ve Bay Golyadkin'in durumuna daha da bir darlandım.
 ‘Beni unutacak olursan
Ben seninim hatırla!
Hayat hızla gelip geçerken,
Sen de beni hatırla’







0 yorum :

Yorum Gönder