Bazı kitaplar vardır. Sizi şok
eder ve her satırıyla yerinize mıhlar. Hele ki bu kitabı ergenliğe adım
attığınız yıllarda okumuşsanız ruhunuzda derin izler açar. Pınar Kür’ün “Asılacak
Kadın” isimli romanı da benim için bu romanlardan biri. Yaklaşık 20 yıl sonra
tekrar okuduğumda etkisini hiç de kaybetmediğini görmek ise dönemler ötesi bir
eser olduğuna kanıt.
Pınar Kür, Türk edebiyatının en verimli
ve kendine kadının romanını yazmayı şiar etmiş yazarlarından. Son dönemlerde
yaptığı yorumlar ve aydın kimliğiyle ilgili tartışmalara burada girmeden
yorumum öncesi “Asılacak Kadın” hakkında
kısa bir bilgi vermek gerekirse; ilk kez 1979’da yazılmış olan roman, Müjde Ar’ın
başrolünde olduğu bir filme uyarlanmış, hakkında dava açılmış aslında gerçek
bir olaydan uyarlanmış bir eser. Romanın ana konusu bir cinayet ancak bir
cinayet romanı değil. Katili bulmak değil amaç. Katil belli ama aslında gerçek
suçlu herkese göre farklı. Eseri enteresan kılan da bu, asıl suçlunun kişiye ve
onun yaşadıklarına göre değişmesi.
Roman bir cinayete dair faklı
bakış açılarının olduğu üç kısımdan oluşuyor. Dava zanlılarından, romanın ana
karakteri Melek’i idama mahkum eden yargıç Faik İrfan Elverir’in geceyarısı
düşünmeleri; Melek’in hücrede düşündükleri ve cinayeti işleyen Yalçın’ın
yazdıkları. Kür’ün de tanımıyla “ezen-ezilen-kurtarıcı” üçgeni. Cinayet kurbanı
Hüsrev de genel olarak kadınlarla ilişkilerinde tatmin yakalayamamış, o nedenle
de Melek’e cinsel sapkınlıkları ile işkence eden hasta bir ruh ve onun hayatına
dair yansımalar da romanda bulunuyor.
İlk kısma damgasını vuran yargıç
Faik’in ezikliğini duyduğu kurtulamadığı geçmişi ve kadınlarla olan sorunlu
ilişkileri. Bir sınıf atlama hikayesi bakış açısı söz konusu. Ona göre kadınlar
“Pis. Ne kadar yıkanmış olsa da pis”. Pis kokmak fakirlik ve eziklik göstergesi
onun için. Gündelikçi annesiyle başlayan, kendisini aldatan karısıyla
yüzleşemeyen ve Melek’te ortaya çıkan bir kirlilik algısıyla bütün kadınları
suçlayan ve taraflı bakan bir yargıç Faik. O kadar kendinden emin ki “Pisliğin
ta kendisi. Masum olamaz onun gibiler. Bilmez miyim. Aralarında büyüdüm”
diyerek önyargı ile Melek’in suçlu olduğuna kesin kanaat getirmiş, sözde
adaleti sağlamakla yükümlü bir insan aslında. “Ben erkek kadın ayırt etmem”
deyip dava hakkında şerh koyduran kadın hakime gönderme ile hissi karar
verdiğinden kadından hakim olmaz diye taraflı bir insan olarak kadınların bütün
yaptıkları yanlış ya da belli bir gizli amaca yönelik. Gerçekleri kendine göre
çarpıttığından Melek’in sevgilisini kandırarak kocasını öldürttüğünü iddia
ederken aslında öldürülen Hüsrev’in sadece zenginliği bile onun kafasında bir
üstünlük ve haklılık belirtisi.
İkinci kısımda ise olayın
faillerden Melek, eğitiminin elverdiğince kendi şivesiyle aktarıyor
yaşananları. Nokta işareti olmadan, bir sürü imla hatasıyla ve şiveyle. Çünkü
kendisi, çünkü gerçek. Hüsrev bey’in cinsel sapkınlıklarının etkisiz öznesi. Hüsrev bey’in tutkuyla bağlandığı Josette’in kötü
bir kopyası. Edilgen, ezik ve her türlü muameleye sessizce kabullenmiş,
kullanılmış bir kadın. Hiçbir şeyi sorgulamayarak, hiçbir şeye karşı koymayarak
kaderini kabullenmiş olması, Türkiye’deki kadına biçilen rolün de bir resmi
aslında.
Son kısımda ise kendine kurtarıcı
rolü biçmiş Yalçın’ın olaya bakış açısı mevcut. Olayların ana sahnesi
yalının bahçıvanın oğlu Yalçın, Galatasaray’da okurken yaşadığı dönüşüm ile sol
görüşü benimsemiş bir genç adam. Melek’in hayatını kurtarmayı kendi görevi
sayıyor ve karısı Melek’i başka erkeklerle ilişkiye girmeye zorlayan ve bundan
zevk alan Hüsrev’i öldürüyor. Solcu bilinci ile “buraya gömülen senin köleliğin”
diyerek kendini yüceltiyor. Ancak bunu yaparken “Şimdi düşünüyorum da o ilk
anda bana en korkunç gelen Melek’e yapılanlar değil de, bunu birçok kişinin
yapabilmesi, birçok kişinin de yapılmasına göz yummasıydı sanırım” demesine
rağmen Hüsrev’in çirkin oyunlarına dahil olmaktan da geri durmuyor. Melek’in “Kurtarmasını
biliyordu diğerleri gibi çökmeyeydi üstüme” diyerek özetlediği gibi
kurtarmaktaki amaç kendinin önemini vurgulamak aslında. Cinayet sonrası
düşünürken ve Melek’in sessizliğini de yorumlarken ise aslında aydınlanma
yaşıyor ve yaptığımı hatayı şu satırlarla anlatıyor: ”Oysa ben kurtarmaya
kalkıştığım için şimdi ölümü bekliyor o. Nasıl da yalan yanlış yaptım her
yaptığımı. Yaptık her yaptığımızı.” Melek’e gerçek bir insan değil de bir
kavram olarak baktığından o da kötülük yapıyor aslında. Bu kavramı da genelde
kadınlara ithaf edilen –babasının da bahçıvan olmasıyla bağlantılı olarak-
çiçek türleri ile sembolize ediyor, çünkü o da gerçeklerden uzak bir insan. Ağaçtayken
sağ ve beyaz koparılınca solan bir manolya, rüzgarla sürüklenen bir zambak ya
da koparılmış ve vazoya konmuş bir gül. Ona göre her halükarda edilgen bir
varlık, “.. düşünmezdi. Çünkü baskıya karşı çıkmamak üzere yetiştirilmişti.
Bilmiyordu başkaldırabileceğini; baskıyı, zorbalığı yaşamın doğal bir öğesi bellemişti.”
Bütün karakterler, insanın
ruhunun evrenselliğini dönemler ötesinde yansıtmasıyla bir başucu eseri
aslında. Kitabı tekrar okudukça insan ırkının yaşadıklarından ders almadığını
görmek, gerçekten de üzücü. Kitap ile ilgili davada yaptığı savunmada Pınar Kür
gerçekten de dönemler üstünde insanlığın kolektif bilincine dair çok güzel bir
şey söylemiş: “Düşünce özgürlüğünü bir kavram olarak bile ortadan kaldırmanın
en iyi yolu, düşünmeyi bilmeyen kuşaklar yetiştirmektedir.” Keşke herkesin
kulağına küpe olsa bu söz.
0 yorum :
Yorum Gönder