12 Temmuz, 2014



1921 yılında, Manastır/Bitola yakınlarında bulunan ve bugün Yunanistan sınırlarının içinde olan Florina'da doğmuştu Necati Cumalı... 2 yaşındayken de Türk-Yunan nüfus mübadelesi ile İzmir'e göç etmişti. Yaşı dolayısıyla her ne kadar o günleri hatırlamasa da, mübadil bir ailenin ferdi olarak göçten önce Balkanlar'daki hayatı tekrar tekrar dinlemiş, babasının hikayelerini not etmişti. Bugün bahsedeceğim kitap, Makedonya 1900, Cumalı'nın not ettiği anlatıların baş rolde olduğu bir öykü kitabı... Kimi zaman birbirine bağlı ilerleyen, kimi zaman kişiler ve zamanlar açısından farklılık gösteren, ancak ana temanın hep 20. yüzyıl başlarındaki Makedonya olduğu bu öyküler, aynı zamanda yazara ikinci kez Sait Faik Öykü ödülünü kazandırmakla da ünlü...



Hikayelerin birçoğunun farklı temaları olsa da yazarın ön ya da arka planda işlediği konular hep aynı ve 20. yüzyılın başındaki Makedonya'yı çok başarılı bir biçimde resmediyor: komitacılar, birlikte yaşa(yama)ma, etnik milliyetçilik, korku, göç ve hüsran... Sürekli bir çatışma hali ve ardından gelen yerinden edilme durumu yüzünüze bir tokat şeklinde inmese de içinizde sinsice ilerliyor. Belki her zaman bir çatışmaya denk gelmiyorsunuz ama insanların sürekli bir ölüm korkusu yaşadığını hissediyorsunuz...

Cumalı bu durumu bir öyküsünde çok güzel betimliyor. Birinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesini Makedonya için büyük bir şok olarak nitelemiyor. Büyük savaş tüm Avrupa'yı birbirine sokmuştu belki ama bu Makedonya için büyük bir kopuşu simgelemiyordu. "Makedonya zaten bitmeyen bir savaş içindeydi, Balkan Savaşı yeni bitmişti ve biz zaten devletler birbirleriyle savaşmasa da savaşıyorduk," diyerek Balkanlar'ın o dönemdeki durumunu güzelce vurguluyor Cumalı. Kitabı Srebrenitsa katliamının yıl dönümünde okuduğum için 1910'lardan 1990'lara bir bölgenin nasıl da aynı kalabileceğini, savaş ve şiddetin Balkanlar'ın kaderi olup olmadığını epey bir sorgulamak zorunda kaldım. Tabii ki net bir yanıta ulaşamadan...

Yalnız, varolan ve bitmeyen bu bölünmüşlük ve savaş halinin eseri sürekli depresif bir havada ilerlemek zorunda bıraktığını iddia edersem kitaba da yazara da haksızlık etmiş olurum. Bu yönüyle aslında kitap hayatın nasıl bir şey olduğunu bize güzelce anımsatıyor. Bazen, hatta çoğu zaman, hayatımızı ciddi ya da basit birçok olumsuzluk içinde devam ettiririz. Ancak bu olumsuzluklar içinde dahi hayatta yaşanası ve gülünesi birçok şey buluruz. Bu bakımdan, bu öyküler tıpkı hayat gibi: kardeşlik, yardımseverlik, aşk, merak ve belki de ikram edilen bir sigara bize hayatta hiçbir şeyin asla ve asla net bir biçimde siyah ya da beyaz şeklinde ikiye ayrılamayacağını, ikisinin birlikte var olmaya devam edeceğini gösteriyor. 

Makedonya 1900'de sevdiğim bir başka şey de, kitabın gerçekçi olmak gibi bir iddiaya sahip olmamasına rağmen, tarihsel bilgi ile çatışmaması ve bir iki öykü dışında geçmiş günlerin romantize edilmeden anlatılması oldu. Gerçek hayattan esinlenilmiş olmasından mıdır yoksa yazarın bir tarih araştırması yapmış olmasından mıdır bilinmez,  örneğin, 2. Meşrutiyet'in ilanının Florina'da nasıl karşılandığı tarihçilerin bildiğinden farklı değil. Aynı şekilde, devrimin getirdiği umudun var olan toplumsal ayrışmayı yenmeye yetmediği de küçük bir Makedon/Yunan kasabası üzerinden güzelce anlatılıyor... Eğer tarihe ilgiliyseniz, bu kitap size sorular da sordurabilir. Örneğin bana şunu sordurdu: Balkan Savaşları'ndan sonra İmparatorluk'tan kopan yerlerdeki yönetimsel ve bürokratik değişim ne ölçüde gerçekleşti ve bunun kırsala yansıması ne oldu? Bilen arkadaşların yorumlarını bekliyorum zira örneğin iltizamın devamlılığı gibi bir durum hissettim ben...

Yazıyı bitirmeden önce şunu da belirtmek isterim ki, Makedonya 1900'ü okurken, sürekli bir biçimde Elveda Rumeli'yi anımsadım. Bir esinlenme olmuş mudur açıkçası bir bilgiye ulaşamadım ancak eserin içindeki "Dila Hanım" öyküsünü okurken Kadir İnanır ve Türkan Şoray'ın oynadığı Dila Hanım filminin bu kitaptaki öyküden uyarlandığını fark ettim. Daha sonra bitmez tükenmez dramseverliğimizin öyküyü bir de tv dizisi yaptığını gördüm ki bir bölümü bir buçuk saat çekilen dizilerimizin 50 küsür bölümde 20 sayfalık öyküyü nasıl aktardığını da merak etmedim değil... Bir Yaprak Dökümü hadisesiyle karşılaşmış olmamız oldukça muhtemel... 

Merak edenler için Kadir İnanır ve Türkan Şoray'lı Dila Hanım ile bitirmiş olalım...






0 yorum :

Yorum Gönder