Ege’de Başlayıp Ege’de
Biten Sıcak Bir Hikâye
Rodos’tan
Karşıyaka’ya, 1685 Sokak
Zühal-Yücel
İzmirli
Neden
Kitap.
Zuhal
ve Yücel İzmirli’nin kaleme aldığı Rodos’tan
Karşıyaka’ya her şeyden önce bir göç romanı. Bu eserin bugün kitabevi raflarını
bol miktarda süsleyen muadillerinden farkının Türk yazınına getirdiği yenilik,
kusursuz bir edebi üslup ya da kuramsal bir yaklaşım olduğunu söyleyemeyiz.
Aksine, belki bu özelliklerin hiçbirini taşımıyor. Ancak bu eseri 2007 yılında birkaç
ay içinde 4. baskısına ulaştıran, hatta 2011 yılında bir diğer yayınevinden
tekrar yayımlatan özellik, birçoğumuzun adını sanını duymadığı, en iyi
ihtimalle çok az bildiği Rodoslu Türklerin hikâyesini gözler önüne sermiş olmasıdır.
Bugün ortalama denecek düzeyde edebiyatla ilgilenen bir Türk okurun göç romanı
deyince aklına gelecek şey sanırım ki mübadele dolayısıyla Yunanistan anakarası
ya da Girit’ten gelen göçmenlerin hikâyeleri olacaktır. İşte bu sebeple,
İzmirli çiftinin yazdığı kitap, özellikle benim Ege ve adalara olan kültürel ve
akademik takıntım da hesaba katıldığında, burada ele alınmayı hak ediyor.
Roman Rodoslu Müslüman/Türk bir
ailenin Rodos’taki yaşantısıyla açılıyor. 1912’den itibaren İtalyan hâkimiyetinde
olan adanın coğrafi güzellikleri, ada kültürünün ve insan ilişkilerinin
tasvirleri romanın ana karakteri Nuran, evlenerek birlikte zorlu ama mutlu bir
hayat süreceği eşi Selim ve Nuran’ın ailesinin yaşantısı çerçevesinde aktarılıyor.
Ada’da yaşayan Türklerin hayatı, okurun yüzündeki gülümsemeyle ilerlerken,
Rodos’ta etnik-dini farklılık gözetmeden herkesin hayatını değiştiren bir
gelişmenin olmasıyla, Nuran’ın hayatı da farklı bir noktaya kayıyor: İkinci
Dünya Savaşı. Bir tarihçi olarak, romanın bu kısmını yeniden gözden geçirirken,
kitabın belki benim için en önemli kısmı olan savaş yıllarını, edebi bir eserden
çok, deneyimlerin aktarıldığı bir anı kitabına benzettim. Özellikle Alman işgalinden
sonra gerçekleşen kıtlıkla insanların salyangoz ve kurbağa yemesini, onlar da
tükenince sokaktaki kedi ve köpeklerin görülemez olduğunu, yaşanan bombardımanları,
Türkiye’nin gönderdiği yardımları daha çok tarihsel belge gibi okuduğumu itiraf
etmeliyim. Zaten ailenin yaşantısının bir diğer dönüm noktasını oluşturan,
savaş sonrası verilen göç kararının da, Rodos Türk toplumunun genelini derinden
etkilemiş tarihsel bir gerçeklik olduğunu biliyoruz.
Eserin bundan sonraki kısmı,
Karşıyaka’da geçiyor. Göçle gelen Rodoslu ailelerin nasıl aynı semtte oturmaya
çalıştıkları gözler önüne serilirken, göç etmiş olmanın insan zihnini nasıl
şekillendirdiğini, “tanıdık” mefhumunun nasıl kurgulandığını görüyoruz. Romanın
bu noktadan sonrası da İzmir hayranlarını tatmin edecek cinsten. Çünkü çoğumuz bugünlerde
şimdi yaşadığımız muhitin eskiden nasıl daha güzel bir yer olduğunu, sanırım
artık daha çok anımsıyoruz. İşte Nuran ve ailesinin yaşamı da bize Karşıyaka’nın
geçmişte nasıl bir yer olduğunu gösteriyor: Bağlık, bahçelik, müstakil evleri
olan, sayfiye semti. Göçün yaşandığı savaş sonrasından kitabın sonlandığı Nuran’ın
ölümüne kadar geçen dönemde okuyucu Karşıyaka’daki değişime de tanıklık ediyor:
Bağ bahçelerin yerini yüksek katlı apartmanlar alıyor, deniz kirleniyor,
balıklar azalıyor. Dev denizkaplumbağaları artık görülmüyor, sokakta oynayan
çocuklar da. Ne kadar tanıdık bir manzara
değil mi?
Kısacası, benim özel ilgim
dolayısıyla okuduğum bu kitap, yazının başında da belirttiğim gibi, edebi bir
şölen olmayabilir, hatta zaman zaman basmakalıp söylemleri de benimsemiş
olabilir. Ancak eserin, Ege’nin bir yakasında başlayan hayatların bir diğer
yakasında nasıl değiştiğini ama aynı zamanda bazı şeylerin nasıl da aynı
kaldığını, aile, savaş, gelenek, aşk ve çokça da hüzün çerçevesinde anlatması
dolayısıyla, kesinlikle dikkate değer olduğunu belirtmeliyim.
0 yorum :
Yorum Gönder