03 Ağustos, 2012


Ege’de Başlayıp Ege’de Biten Sıcak Bir Hikâye

Rodos’tan Karşıyaka’ya, 1685 Sokak
Zühal-Yücel İzmirli
Neden Kitap.

Zuhal ve Yücel İzmirli’nin kaleme aldığı Rodos’tan Karşıyaka’ya her şeyden önce bir göç romanı. Bu eserin bugün kitabevi raflarını bol miktarda süsleyen muadillerinden farkının Türk yazınına getirdiği yenilik, kusursuz bir edebi üslup ya da kuramsal bir yaklaşım olduğunu söyleyemeyiz. Aksine, belki bu özelliklerin hiçbirini taşımıyor. Ancak bu eseri 2007 yılında birkaç ay içinde 4. baskısına ulaştıran, hatta 2011 yılında bir diğer yayınevinden tekrar yayımlatan özellik, birçoğumuzun adını sanını duymadığı, en iyi ihtimalle çok az bildiği Rodoslu Türklerin hikâyesini gözler önüne sermiş olmasıdır. Bugün ortalama denecek düzeyde edebiyatla ilgilenen bir Türk okurun göç romanı deyince aklına gelecek şey sanırım ki mübadele dolayısıyla Yunanistan anakarası ya da Girit’ten gelen göçmenlerin hikâyeleri olacaktır. İşte bu sebeple, İzmirli çiftinin yazdığı kitap, özellikle benim Ege ve adalara olan kültürel ve akademik takıntım da hesaba katıldığında, burada ele alınmayı hak ediyor.

Roman Rodoslu Müslüman/Türk bir ailenin Rodos’taki yaşantısıyla açılıyor. 1912’den itibaren İtalyan hâkimiyetinde olan adanın coğrafi güzellikleri, ada kültürünün ve insan ilişkilerinin tasvirleri romanın ana karakteri Nuran, evlenerek birlikte zorlu ama mutlu bir hayat süreceği eşi Selim ve Nuran’ın ailesinin yaşantısı çerçevesinde aktarılıyor. Ada’da yaşayan Türklerin hayatı, okurun yüzündeki gülümsemeyle ilerlerken, Rodos’ta etnik-dini farklılık gözetmeden herkesin hayatını değiştiren bir gelişmenin olmasıyla, Nuran’ın hayatı da farklı bir noktaya kayıyor: İkinci Dünya Savaşı. Bir tarihçi olarak, romanın bu kısmını yeniden gözden geçirirken, kitabın belki benim için en önemli kısmı olan savaş yıllarını, edebi bir eserden çok, deneyimlerin aktarıldığı bir anı kitabına benzettim. Özellikle Alman işgalinden sonra gerçekleşen kıtlıkla insanların salyangoz ve kurbağa yemesini, onlar da tükenince sokaktaki kedi ve köpeklerin görülemez olduğunu, yaşanan bombardımanları, Türkiye’nin gönderdiği yardımları daha çok tarihsel belge gibi okuduğumu itiraf etmeliyim. Zaten ailenin yaşantısının bir diğer dönüm noktasını oluşturan, savaş sonrası verilen göç kararının da, Rodos Türk toplumunun genelini derinden etkilemiş tarihsel bir gerçeklik olduğunu biliyoruz.

            Eserin bundan sonraki kısmı, Karşıyaka’da geçiyor. Göçle gelen Rodoslu ailelerin nasıl aynı semtte oturmaya çalıştıkları gözler önüne serilirken, göç etmiş olmanın insan zihnini nasıl şekillendirdiğini, “tanıdık” mefhumunun nasıl kurgulandığını görüyoruz. Romanın bu noktadan sonrası da İzmir hayranlarını tatmin edecek cinsten. Çünkü çoğumuz bugünlerde şimdi yaşadığımız muhitin eskiden nasıl daha güzel bir yer olduğunu, sanırım artık daha çok anımsıyoruz. İşte Nuran ve ailesinin yaşamı da bize Karşıyaka’nın geçmişte nasıl bir yer olduğunu gösteriyor: Bağlık, bahçelik, müstakil evleri olan, sayfiye semti. Göçün yaşandığı savaş sonrasından kitabın sonlandığı Nuran’ın ölümüne kadar geçen dönemde okuyucu Karşıyaka’daki değişime de tanıklık ediyor: Bağ bahçelerin yerini yüksek katlı apartmanlar alıyor, deniz kirleniyor, balıklar azalıyor. Dev denizkaplumbağaları artık görülmüyor, sokakta oynayan çocuklar da.  Ne kadar tanıdık bir manzara değil mi?

            Kısacası, benim özel ilgim dolayısıyla okuduğum bu kitap, yazının başında da belirttiğim gibi, edebi bir şölen olmayabilir, hatta zaman zaman basmakalıp söylemleri de benimsemiş olabilir. Ancak eserin, Ege’nin bir yakasında başlayan hayatların bir diğer yakasında nasıl değiştiğini ama aynı zamanda bazı şeylerin nasıl da aynı kaldığını, aile, savaş, gelenek, aşk ve çokça da hüzün çerçevesinde anlatması dolayısıyla, kesinlikle dikkate değer olduğunu belirtmeliyim. 

0 yorum :

Yorum Gönder