Bonbon Palas'tan Bit Palas'a
“güzelliğini hep içten içe kıskandığı hemcinslerini yıllar sonra karşılaştıklarında solmuş, çökmüş, pörsümüş bir halde bulan bir kadının kem memnuniyetiyle baktı İstanbul’a” Bit Palas
Bit Palas ile ilgili
yorumlarımı yazmaya başlamadan önce, bu kitabı neden seçtiğimi anlatma ihtiyacı
hissediyorum. Bit Palas, Elif Şafak'ın , Şehrin Aynaları ve
Mahrem'den sonra yazdığı dördüncü romanıdır. Elif Şafak'ı sevmeye devam ettiğim
Araf'a kadar olan bu beş kitaplık serüven içinde Bit Palas'ın ayrı bir yeri
var. Bu roman birbirinden çok farklı insanların aynı apartmanda
yaşadıkları ortak hayatı anlatır. Ne anlattığından çok nasıl anlattığıdır bu
romanı güzel kılan; ayrıntılar, tespitler, betimler ve çözümlerle okurken
insanı kimi zaman yoran kimi zamansa güldüren yanları vardır. Ancak belirtmeden
geçemeyeceğim bir şey var ki; Elif Şafak bu romanın ardından Araf adlı bir
roman daha yazıp - ki bence en iyi romanı odur- sonrasında, en azından benim için,
edebiyat sayfalarından çıkıp magazin hatta reklam reklam sayfalarına kaymıştır.
Yine de güzel olanın altının çizilmesi gerektiğine inandığımdan bu roman
hakkında hissettiklerimi paylaşmak istiyorum.
Romanda, 1966 yılında,
eski mezarlar üzerine kurulu olan bir semtte Art Nouveau mimari tarzında
yapılmış bir apartman olan Bonbon Palas’ta yaşayanların hikâyeleri anlatılır.
Art Nouveau tarzı bilerek seçilmiştir çünkü bu tarz mimari yapılarda apartmanın
her katı başka bir plana göre yapılır. Böylece her katta yaşayan insanlar bir yandan
aynı mekânda yaşarken diğer yandan farklı bir mekânda yaşarlar. Bonbon
palas, eski bir Rus generali olan Pavel Pavloviç Antipov tarafından karısı
Agripina Fyodorovna Antipova için yaptırılır.
Pavel Pavloviç Antipov ve Agripina Fyodorovna Antipova’nın Bonbon Palas’taki
hikâyeleri 1972’de son bulur ancak romanda daha geniş yer bulan apartman
sakinlerinin yaşadığı tarih “şimdi”dir. Şafak’ın önceki romanlarıyla
kıyaslandığında daha az katmanlı bir yapıya sahip olsa da ‘daha önce’si, ‘önce’si
ve ‘şimdi’si ile farklı zamanlardan hikâyeler birbirlerine bağlanarak bu romanın
kurgusuna şeklini verir.
Bit Palas’ın asıl hikâye kısmında ise, 10 dairelik bu
apartmanın ortak sorunu olan kötü kokunun belirleyiciliğinde karakterler
yerlerini alır. Her ne kadar kadın karakterler üzerine yazılmış bir roman
olmasa da, benim için 7’sinden 70’ine mutsuz kadınların yaşadığı bir yerdir. Örneğin; evlenip ülkesini terk ederek kocasıyla
İstanbul’a yerleşen Nadya, ülkesinde böcek bilimci olarak çalışırken,
İstanbul’a gelince ev kadını olmuş, ideallerinden vazgeçmiş kendini kocasına
adamıştır. Bu adanmışlığın karşılığı romanda şu şekilde ifade edilir;
“Önceleri geçici olarak, uygun bir iş
buluncaya kadar yapacağını sandığı ev hanımlığını nasıl olup da bu kadar kısa
zamanda benimseyebildiğini kendi de bilmiyordur. Bir gün eve gelen bir düğün
davetiyesinin üzerindeki yazıya takıldı. Metin Çetin ve karısı Nadya’nın bu
mutlu günümüzde aramızda olmasını dileriz. Boş gözlerle baktı düğün
davetiyesine. Nadya Onissimovna değil, Nadya Çetin de değil. Karısı Nadya
olduğunu ilk o zaman fark etti.” (s.184).
Benzer şekilde ‘7 Numara’da
oturan ve temizlik takıntısı nedeniyle “Hijyen Tijen” olarak anılan kadın da kocası
tarafından aldatılmaktadır ve aslında Tijen’in temizlik takıntısının
kaynağı aldatılmanın verdiği kirlenmişlik hissindir.
Aldatılan kadınların yanı sıra, karısını aldatan bir diğer
karakter olan Zeytinyağı tüccarının metresi olan Mavi Metres de madalyonun
diğer yüzü olarak Bonbon Palas’ta yaşamaktadır.
“Önceleri mavi idi, sonra metres.
İkisinin arasında savrulduğu dönemler oldu. Ama bir mavi bir metres olmaktan
çıkıp, hem mavi, hem metres olmaya Zeytinyağı tüccarının Bonbon Palas’ın 8
numaralı dairesini kiralamasıyla başladı. Ona bir ev açtığı andan itibaren
bariz bir şekilde değişip kabalaştı adamın tavırları”(s.156)
Başta da belirttiğim gibi
kadınlar üzerine kurulu bir roman değildir Bit Palas. Çöp kokusudur asıl
kahramanı ve onu yenmenin batıl yolları. Belli bir karakterle özdeşim kurmak
kolay olmasa da her karakterde tanıdık gelen bir yan bulmak mümkündür. Ama aynı
çatı altında barındırdığı zıtlıklar ve çelişkilerle okuyucuyu düşündürmesi
bakımından okumaya değer bir kitaptır. İlk denemem olan bu yazı biraz karışık olsa da
kitaptan altını çizdiğim ve sevdiğim bir bölümle bitirmek istiyorum;
''...haklı olabilirler.
Endişelenmeye başladığımda, nerede ne zaman ne söylemem gerektiğini
karıştırdığımda, insanların bakışlarından korktuğumda, insanların bakışlarından
korktuğumu belli etmemeye çalıştığımda, tanımak istediğim birine kendimi
tanıtmak istediğimde, aslında kendimi ne kadar az tanıdığımı bilmezden
geldiğimde, geçmiş canımı yaktığında, geleceğin de daha ala olmayacağını
kabullenemediğimde; ne bulunduğum yerde ne de göründüğüm insan olmayı içime
sindirebildiğimde... saçmalarım. Hakikatten ne kadar uzaksa, yalandan da o
kadar uzaktır saçmalık. yalan, hakikati tersyüz eder. Saçmalık ise, yalanla
hakikati ayırt edilemeyecek biçimde birbirine lehimler.'' (s.9)
bana elif şafak'la ilgili bir şey okuttun, tebrik ederim :)
YanıtlaSil