13 Ağustos, 2012

Bonbon Palas'tan Bit Palas'a

             “güzelliğini hep içten içe kıskandığı hemcinslerini yıllar sonra karşılaştıklarında solmuş, çökmüş, pörsümüş bir halde bulan bir kadının kem memnuniyetiyle baktı İstanbul’a” Bit Palas

 
Bit Palas ile ilgili yorumlarımı yazmaya başlamadan önce, bu kitabı neden seçtiğimi anlatma ihtiyacı hissediyorum. Bit Palas, Elif Şafak'ın , Şehrin Aynaları ve Mahrem'den sonra yazdığı dördüncü romanıdır. Elif Şafak'ı sevmeye devam ettiğim Araf'a kadar olan bu beş kitaplık serüven içinde Bit Palas'ın ayrı bir yeri var. Bu roman birbirinden çok farklı insanların aynı apartmanda yaşadıkları ortak hayatı anlatır. Ne anlattığından çok nasıl anlattığıdır bu romanı güzel kılan; ayrıntılar, tespitler, betimler ve çözümlerle okurken insanı kimi zaman yoran kimi zamansa güldüren yanları vardır. Ancak belirtmeden geçemeyeceğim bir şey var ki; Elif Şafak bu romanın ardından Araf adlı bir roman daha yazıp - ki bence en iyi romanı odur- sonrasında, en azından benim için, edebiyat sayfalarından çıkıp magazin hatta reklam reklam sayfalarına kaymıştır. Yine de güzel olanın altının çizilmesi gerektiğine inandığımdan bu roman hakkında hissettiklerimi paylaşmak istiyorum.



Romanda, 1966 yılında, eski mezarlar üzerine kurulu olan bir semtte Art Nouveau mimari tarzında yapılmış bir apartman olan Bonbon Palas’ta yaşayanların hikâyeleri anlatılır. Art Nouveau tarzı bilerek seçilmiştir çünkü bu tarz mimari yapılarda apartmanın her katı başka bir plana göre yapılır. Böylece her katta yaşayan insanlar bir yandan aynı mekânda yaşarken diğer yandan farklı bir mekânda yaşarlar. Bonbon palas, eski bir Rus generali olan Pavel Pavloviç Antipov tarafından karısı Agripina Fyodorovna Antipova için yaptırılır.  Pavel Pavloviç Antipov ve Agripina Fyodorovna Antipova’nın Bonbon Palas’taki hikâyeleri 1972’de son bulur ancak romanda daha geniş yer bulan apartman sakinlerinin yaşadığı tarih “şimdi”dir. Şafak’ın önceki romanlarıyla kıyaslandığında daha az katmanlı bir yapıya sahip olsa da ‘daha önce’si, ‘önce’si ve ‘şimdi’si ile farklı zamanlardan hikâyeler birbirlerine bağlanarak bu romanın kurgusuna şeklini verir.

Bit Palas’ın asıl hikâye kısmında ise, 10 dairelik bu apartmanın ortak sorunu olan kötü kokunun belirleyiciliğinde karakterler yerlerini alır. Her ne kadar kadın karakterler üzerine yazılmış bir roman olmasa da, benim için 7’sinden 70’ine mutsuz kadınların yaşadığı bir yerdir.  Örneğin; evlenip ülkesini terk ederek kocasıyla İstanbul’a yerleşen Nadya, ülkesinde böcek bilimci olarak çalışırken, İstanbul’a gelince ev kadını olmuş, ideallerinden vazgeçmiş kendini kocasına adamıştır. Bu adanmışlığın karşılığı romanda şu şekilde ifade edilir;
Önceleri geçici olarak, uygun bir iş buluncaya kadar yapacağını sandığı ev hanımlığını nasıl olup da bu kadar kısa zamanda benimseyebildiğini kendi de bilmiyordur. Bir gün eve gelen bir düğün davetiyesinin üzerindeki yazıya takıldı. Metin Çetin ve karısı Nadya’nın bu mutlu günümüzde aramızda olmasını dileriz. Boş gözlerle baktı düğün davetiyesine. Nadya Onissimovna değil, Nadya Çetin de değil. Karısı Nadya olduğunu ilk o zaman fark etti.” (s.184).

Benzer şekilde ‘7 Numara’da oturan ve temizlik takıntısı nedeniyle “Hijyen Tijen” olarak anılan kadın da kocası tarafından aldatılmaktadır ve aslında Tijen’in temizlik takıntısının kaynağı aldatılmanın verdiği kirlenmişlik hissindir.

Aldatılan kadınların yanı sıra, karısını aldatan bir diğer karakter olan Zeytinyağı tüccarının metresi olan Mavi Metres de madalyonun diğer yüzü olarak Bonbon Palas’ta yaşamaktadır.
Önceleri mavi idi, sonra metres. İkisinin arasında savrulduğu dönemler oldu. Ama bir mavi bir metres olmaktan çıkıp, hem mavi, hem metres olmaya Zeytinyağı tüccarının Bonbon Palas’ın 8 numaralı dairesini kiralamasıyla başladı. Ona bir ev açtığı andan itibaren bariz bir şekilde değişip kabalaştı adamın tavırları”(s.156)

Başta da belirttiğim gibi kadınlar üzerine kurulu bir roman değildir Bit Palas. Çöp kokusudur asıl kahramanı ve onu yenmenin batıl yolları. Belli bir karakterle özdeşim kurmak kolay olmasa da her karakterde tanıdık gelen bir yan bulmak mümkündür. Ama aynı çatı altında barındırdığı zıtlıklar ve çelişkilerle okuyucuyu düşündürmesi bakımından okumaya değer bir kitaptır.  İlk denemem olan bu yazı biraz karışık olsa da kitaptan altını çizdiğim ve sevdiğim bir bölümle bitirmek istiyorum;

''...haklı olabilirler. Endişelenmeye başladığımda, nerede ne zaman ne söylemem gerektiğini karıştırdığımda, insanların bakışlarından korktuğumda, insanların bakışlarından korktuğumu belli etmemeye çalıştığımda, tanımak istediğim birine kendimi tanıtmak istediğimde, aslında kendimi ne kadar az tanıdığımı bilmezden geldiğimde, geçmiş canımı yaktığında, geleceğin de daha ala olmayacağını kabullenemediğimde; ne bulunduğum yerde ne de göründüğüm insan olmayı içime sindirebildiğimde... saçmalarım. Hakikatten ne kadar uzaksa, yalandan da o kadar uzaktır saçmalık. yalan, hakikati tersyüz eder. Saçmalık ise, yalanla hakikati ayırt edilemeyecek biçimde birbirine lehimler.'' (s.9)

1 yorum :