“Ben
her şeyin bir bir yok olmasına o kadar çok alıştım ki.
Ve her şeyin yeniden bir bir var olmasına o kadar
alışacağım ki.
Edip Cansever”
Askeri darbe üzerine
yazılan eserlerin en çarpıcıları şüphesiz ki hapishane anılarıdır. Bu eserler, sadece yazıldığı dönemin içinden konuşabildikleri için tarihi bir önem arz etmez. Aynı zamanda, yazarlık deneyimlerini benzersiz kıldıkları ve yazara ve
okuyucuya edebiyatın sınır tanımaz dilini sundukları için de farklılaşır. 12
Mart 1971’de Sevgi Soysal’ın sekiz ay boyunca tutuklu kaldığı Yıldırım Bölge
Cezaevi’deki anılarından oluşan ve Oya Baydar’ın önsözüyle sunulan Yıldırım
Bölge Kadınlar Koğuşu da bu nitelikte bir eser. Bu kitabı benzerlerinden ayıran en önemli özelliği ise Sevgi Soysal'ın dilinin samimiyeti, açıkyürekliliği ve kendine has mizahı.
Yıldırım Bölge Kadınlar
Koğuşu, hüznü mizahın dilinden anlatan bir kitap. Bunun için olsa gerek, 12
Mart’ın simge kitabından, üstelik bir de cezaevi anılarının, işkencelerin,
türlü türlü eziyetlerin anlatıldığı bir kitaptan demir parmaklıklara teslim
olmayan güçlü bir umudun sesi yükseliyor. Bu umudu,
otoriteye karşı her türlü baskıyı reddeden, hem bireysel, hem de kollektif bir
varoluş hikayesi besliyor. Bir de, kitap boyunca Sevgi Soysal’ın eğlenceli
ve bir o kadar da düşündürücü alaycılığı…
Bu kitapta, Yıldırım
Bölge Cezaevinde yaşadığı iki ayrı tutukluluk dönemini kaleme alıyor Sevgi
Soysal. İlkini, 12 Mart rejimin tam anlamıyla inşa edilmediği, cezaevi
koşullarının görece daha iyi olduğu ve sivri mizahının süzgecinden geçirerek
sunduğu bir “sosyalizm dönemi” olarak tanımlıyor. Bu dönemi farklı kılan bir
başka unsur da, en yalın halleriyle görebildiğimiz, siyasi tarihimizin tanıdık
isimleri; Oya Baydar, Behice Boran ve Sevim Onursal.
İkinci tutuklanışında ise, giderek
daha da “sertleşen” 12 Mart rejimini yaşıyor. Yine aynı cezaevine getiriliyor ama eski koğuş
arkadaşları ya çoktan tahliye olmuş ya da birbirleriyle görüşmelerine izin
verilmiyor. (Bu durum, cezaevi yönetiminin, koğuş içindeki bütünlüğü bozmak
için birbirine yakın olan kişileri ayrı ayrı koğuşlara koyma politikasından
kaynaklanmaktadır.)
Bir yandan, Kızıldere
olayı, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamlarının cezaevinde yarattığı
yankılar, bir yandan da eski cezaevi kadrolarının değiştiği, tutukluların er kişi ilan
edildiği kısacası şiddetin başkalaştığı bir dönem aslında. Sevgi Soysal bu
dönemi anlatırken, hem cezaevinin askeri yönetim tarafından “hizaya getirilme” süreçlerine
kendi ince ayarını ustalıkla yapıyor, hem de bu başkalaşıma karşı kadın
mahkumların mücadele yöntemlerinden sık sık bahsediyor. Sözünü hiç sakınmıyor
ve yeri geldiğinde sol hareket de onun eleştirilerinden fazlasıyla nasibini
alıyor.
Sevgi
Soysal’ın yazarlık hayatında 12 Mart önemli bir dönüm noktası teşkil etmektedir.
Çeşitli dergilerde yayınlanan öyküleriyle başladığı yazarlığa, askeri rejim
tarafından tutuklanma gerekçesi olarak gösterilen ve “hayvanlarla cinsi
münasebeti övücü nitelikte bulunduğu için” toplatılan ilk romanı, Yürümek son
noktayı koyar. Bu tarihten sonra yazdığı eserlerinde, 12 Mart’a karşı geliştirdiği
eleştirel tutumu ve bu dönemin kendi hayatı üzerinde yarattığı izleri açıkça
görebiliriz. Bunun en güzel örneklerinden birisi de Yıldırım Bölge Kadınlar
Koğuşu’dur.
Not: Bu yazı, son birkaç yıldır düzenlenen Sevgi Soysal’ı anma çalışmalarına küçük bir katkı sunma ve onu “yeniden hatırla(t)ma" çabası olarak görülmelidir.
0 yorum :
Yorum Gönder