Çok kıymetli okuyucu, bu
kalbimden temiz yazıma bir itirafla başlamak istiyorum. Geçen ayki kitap seçimi
sırasında iki okuyucumuzdan gelen “Peri Gazozu” önerisi ile Türk sinemasında
son dönemde en beğendiğim oyunculardan biri olan Ercan Kesal’ın ilk kitabını çıkartmış
olduğunu farkettim. Meğerse kendisi Radikal gazetesine yazdığı yazılara, birkaç
basılmamış hikayesini de ekleyerek babasının Avanos’ta sattığı gazozun ismiyle raflarda
yerini almış.
Hikayeler Kesal’ın çocukluk
döneminden doktorluk yıllarına kadar farklı dönemlerden izler ve anılar
taşıyor. Aslında hepsi aşina olduğumuz hikayeler, 3. Sayfalarda okuduğumuz
haberler. Basit cümlelerle anlatılmış tanıdık öyküler. Ama basitliğin içindeki
samimiyet, hikayeleri inandırıcı kılan ve başkası böyle yazamazdı dedirten şey
olmuş. Hamasi laflar, süslü cümleler yok. Günlük hayatta kullanılmayan yüksek
edebiyat kelimeleri de eksik. Ama bir şeyi tastamam, yaşanmışlığın verdiği
duygu. Yazarın da dediği gibi “Kelimelerin ruhu var” ve o ruhu hissediyorsunuz.
Çocukluk dönemi hikayeleri aile
sevgisinin karakter üzerinde ne kadar önemli olduğunun bir göstergesi nacizane
fikrimle. Sevgiden kastım akıtılmış paralar, gönderilmiş özel okullar,
aldırılmış özel dersler değil; yürekten gelen saf sevgi. Sanatçının bu anlamda şanslı
insanlardan biri olduğu belli. Anne ve babasını buradan da rahmet ve saygıyla anmadan
geçmek olmaz.
Sonrasında doktorluğun ilk
yılları ve zorluklar. Hayatını acilde geçirmek zorunda kalmış bir insan
olmasına rağmen umutla yoğrulmuş, insanlara faydalı olmak için çırpınan bir
hayat. Yazarın “birbirimizin hayatlarının içindeyiz ve insan olmak galiba diğerkam
olmaktan geçiyor” cümlesini nasıl da içten söylediğini bu hikayeler anlatıyor
aslında. Doktorluk döneminde yaşanan sıkıntılı olaylar, "hiç, birileriyle aynı
dünyada yaşamaktan utanç duyduğunuz anlar oldu mu?” cümlesine “evet” dedirtecek
korkunçluktaki gerçekler ise insanı bir tokat gibi çarpıyor. Kesal’ın da “Tüm
yazdıklarımız bizim olsa da ne fark eder ki. Üzerindeki kan, hikayelerini her
gün kayıtsızca izlediğimiz o bahtsızların” cümlesinde ifade ettiği gibi
başkalarının acılarına kahrolmak dışında bir şey yapamamanın utancı. Bunca
hüzünlü ve isyan ettiren hikayeye rağmen, en kötü konuda bile insanı
umutlandıran bir yan. Gerçekten de çok farklı duyguları birarada hissettiren
bir sürü hikaye.
Ancak küçük bir eleştirim olacak.
Kitap başlangıçtan itibariyle bu duygu yoğunluğuyla akıp giderken son kısımda
hikayeler biraz aceleye gelmiş gibi. Belki de kitabı bitirmek güdüsüyle arka
arkaya konular eklenivermiş. Önceki kısımda hissedilen yoğunluk bir nebze
azalmış gibi. İnsanı şoke eden, üzen ya da sevindiren anılar var gene ama önceki
hikayelerin tadı bir başka gibi. Bunda çocukluk hikayelerin, Avanos anılarının
ağırlıkta olmasının etkisi var sanırım.
Özetle insana insan olduğunu ama
başkalarıyla birlikte var olduğunu hatırlatan bir şey var bütün yazılanlarda. En
büyük yanılgımızın bir özeti kitap: “Belki de biricik mesele bu. Dünyanın
bizimle birlikte kurulduğunu zannedip, kendimiz için sonsuz bir yaşam hayal
etmek...”
Kişisel not: Çoğu kişi Ercan
Kesal’ı aynı zamanda senaristlerinden de biri olduğu “Üç Maymun” ve “Bir
Zamanlar Anadolu’da” filmlerindeki oyunculuğu ile tanıyacaktır. Ancak benim
kişisel tavsiyem “Yozgat Blues”u seyretmeniz olur. Gerçekten son dönem Türk
sinemasında seyrettiğim en iyi filmlerden biri ve Ercan Kesal başrolde efsane
bir role hayat kazandırmış.
bu kitabın bence bir etkisi daha var: ercan kesal'ın senarist olarak da imza koyduğu "üç maymun" ve "bir zamanlar anadolu'da"daki hikayelerin nereden çıktığını da daha iyi anlıyoruz. misal "bir zamanlar anadolu'da"nın geçtiği o iç sıkıcı kasaba keskin, meğer kesal'ın doktor olarak ilk görev yeriymiş ve filmdeki vicdanlı doktorumuz da kesal'ın ta kendisiymiş. okuyalı epey oldu sayfa sayfa hatırlayamıyorum ama kitabı okurken filmdeki bazı sahneler/diyaloglar yeniden canlanmıştı gözümde, kesal'ın zihninden geçenlere vakıf olunca filmdeki doktorla ilgili çözemediğim bazı açmazlara dair soru işaretlerim de azalmıştı.
YanıtlaSil