12 Mayıs, 2014

Unutmayın ki, dünyada en korkunç şey, ümidini kaybetmektedir



Sabahattin Ali, Kürk Mantolu Madonna ve Canım Aliye Ruhum Filiz’den sonra ikinci romanı ile tekrar blogumuzda. Yazar, bu romanında da insana, zayıflıklarına, iniş çıkışlarına dair dönemler üstü bir analiz ortaya koymuş durumda. Erken Cumhuriyet döneminin aydınlanmacı yaklaşımı ile dönemin hem bireysel hem de toplumsal çürümüşlüğünü o dönem de çok iyi tahlil ve tarif ettiğinden bence bugün için de geçerliliğini korumakta.
Kitap; üç karakter, onların iç dünyaları ve çevreleri ile ilişkileri etrafında şekilleniyor. Ana karakter Ömer; tabiri caizse bir baltaya sap olamamış, postanedeki işine bile nerdeyse hiç uğramayan, dostlarından gördüğü yerde istediği paralarla asalak gibi yaşayan bir adam. “Aklı başında adamlarla hiçbir iş görülmez. Bize, itirazsız inanacak ve düşünmeden harekete geçecek insanlar lazım!”diyen pragmatist arkadaşı Nihat ile günlerini aylaklık etmekle, İstanbul’da dolaşmakla geçiriyor. Her türlü iş, onun için sıkıntıdan ibaret. Kendi tabiriyle “Hiçbir şey istemiyorum. Hiçbir şey bana cazip görünmüyor.” Hiçbir şey istemediği gibi yaptığı her şey için de “İçimizdeki Şeytan”ı suçlayarak hiçbir mesuliyeti alamayan bir insan Ömer. "İsteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğimi fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiilerin daimi bir mesulünü bulmuştum: Buna içimdeki şeytan diyordum, müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? bu bizim gururumuzun, içimizdeki şeytan yok... İçimizdeki aciz var... Tembellik var... İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç birşey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var..."
Macide ise Ömer’in vapurda ilk görüşünde vurulduğu,  aslında uzaktan da akrabası olan, konservatuar öğrencisi bir genç kadın. Balıkesir’den teyzesinin yanına, İstanbul’a tahsil yapmaya geliyor. Teyzesinin ailesinin bozulan durumlarına rağmen gösteriş için masraflara devam edilmesi, Macide’nin babasının kızı için yolladığı paraya muhtaç olunmasına sebep oluyor. Bu durum Macide’nin babasının vefatı sonrası gönderilen paranın kesilmesi ile son buluyor. Başka bahaneler ile Macide memlekete yollanmak istemiyor ve Macide de memlekete dönmek yerine “Tam yaşamaya başladığım bu andan itibaren beni öldü saysınlar...” diyerek yeni bir hayatın umuduyla Ömer ile kaçıyor. Hiçbir şeyde tutanamayan Ömer; “Artık korkuyorum. Saadetin bizi korkutacak kadar çok ve kesif olması nedir bilir misiniz?” ve  “Bugün canım insan yüzü görmek istemiyor; geniş,uçsuz bucaksız bir şeye...ve sana bakmak istiyorum!” sözleriyle tutunacak dalı Macide’ye daha da sıkı sarılıyor. Ömer ile resmen evlenmeseler de birlikte yaşamaya başlıyor ve Macide için gelgitli zamanlar başlıyor. Ömer’in maddi sıkıntıyla ve arkadaş baskısıyla yolsuzluğa buluşması, ilişkilerinin seyrini değiştiriyor.  Macide de “Sana yeni bir dünya açacağımı sanmıştım...Seni sükutu hayale uğrattım. Ben sana rehber değil, ancak yoldaş olabilirdim, fakat yolu ikimiz de bilmiyorduk ve birbirimize yük olmaktan, birbirimizi şaşırtmaktan başka bir şey elimizden gelmiyordu.” Sözleriyle hayatı üstündeki sorumluluğu başkalarına devretmiş oluyor.
Müzik öğretmeni Bedri ise Ömer ve Macide’nin ortak arkadaşı. Balıkesir’de lisede Macide ve Bedri arasında başlayan yakınlaşma, Bedri tarafında yoğunluğunu koruyarak devam ediyor. Biraz Macide’nin sıkıntı çekmemesi için gelirinin bir kısmını devamlı herkesten borç istemekten çekinmeyen Ömer’e veriyor. Ömer’in lakayt çevresinin de olduğu meclislerde Bedri, Macide için kurtarıcı bir liman gibi oluyor. “Bu manasız ve boş hayattan daha başka bir şey olması lazım geldiğini ve bu başkanın ne olduğunu...” bildiğinden yol gösterici aynı zamanda.
Burada belirtmeden geçemeyeceğim bir karakter var, aslında bütün kitabın şahane bir özeti belki de. Veznedar Hafız Hüsamettin bey kitaptaki ana karakterler arasında çok yer kaplamasa da kilit noktadaki rolü ve vurucu tespiti ile hikayeye damgasını vuruyor. “Sana teşekkür borçluyum evlat...Bana dünyanın hakikaten suratına tükürülmeye bile değmez olduğunu ve bu dünyada suratına tükürülmeyecek bir tek, ama bir tek insan bile bulunmadığını sağlam bir şekilde ispat ettin.” Basit bir yolsuzluk ve onun devamında bu yolsuzlukla ilgili atılan adım, insan karakterinin ne kadar da çürümüş olduğunu kanıtlıyor.
En büyük problem belki de  “Kendimiz iyi olamıyoruz ve başkalarının iyiliğini küçük görmek için onlara reklamcı, hayır dua avcısı, hatta riyakar diyoruz” özeleştirisinde olduğu gibi iyilikten yapısal olarak uzak olmamız. Nihayetinde beşerdir şaşar demişler, en başta kişinin düşünmeye başlaması lazım. Belki de en önemli eksikliğimiz odur: Düşünmek. Belki de düşünmek ve ümidi tekrar canlandırmak. “Daha sarp yollardan yürüyen fakat buna mukabil insan denecek bir insan olmak isteyenler de var. Belki pek az...Ama var...Unutmayın ki, dünyada en korkunç şey, ümidini kaybetmektedir.”
Kitapla ilgili önemli bir konu da Sabahattim Ali’nin her eserinde olduğu gibi bunda da entelektüel birikimini görmemiz. Tasavvuf, Buda ve Laotse’yi yazısına dahil eden yazar, oldukça erken bir dönemde dinciliğin de eleştirisini yapıyor: "Dünyadaki yalancı peygamberleri yetiştirmek ve beslemek için en iyi gübre, işte bu bilmeden inanmak için çırpınan kalabalıktır.” Bu entelektüel birikim, dönemin aydınlarına yapılan eleştirinin de altyapısını oluşturuyor. Bu noktada edebiyat magazinini sizlerle paylaşmadan bitirmek olmaz. Rivayet olunuyor ki, Nihat karakteri milliyetçi Nihat Atsız’ı, İsmet Şerif ise Peyami Safa’yı betimliyor. Bu romanla da ilgili olarak Nihal Atsız dava açmış ve kapanmış sanırım.
Kitabın belki de en iyi özelliği halen güncelliğini koruması ve dönemimize de ışık tutması. İnsanın ruhundaki devinimler o kadar iyi aktarılmış ki 70 yıl öncesi ile şu an arasında hiçbir fark yok gibi geliyor insana. Bir de özellikle karakterlerin içlerine döndükleri ve özeleştiri yaptıkları monologları çok başarılı. Bu kadar alıntı yapmanın sebebi de kendi cümlelerimle yazsaydım bu kadar net aktaramayacağımdan endişe etmem.
PS: İçindeki şeytanlara saldıranlara MFÖ’den gelsin.

0 yorum :

Yorum Gönder