01 Kasım, 2013




Tarık Dursun K.’yı bu kitapla keşfettim ve Türkçeyi ne kadar özlediğimi bir defa daha anladım. Kitabında sizi kolaylıkla mahkemedeki gözlemcilerden birisi yapıyor, davayı anlatıyor, 14 kişi tarafından tecavüze uğrayan M.Ç.’nin ağzından dinliyorsunuz hikâyeyi... Ve kızın içinden geçirip söyleyemediklerini de görüyorsunuz. İnsanların nasıl insanlıktan çıkarak bir kadına “mal” muamelesi yapabildiğini; taşrada, küçük kasabalarda özellikle de güzelliği ile tanınan kızların isimlerinin ağızdan ağıza dolaştığını; bilhassa güçsüz ve korunmasız ailelerden geliyorlarsa böyle bir duruma maruz kalmalarının hiç de kaçınılmaz olmayacağını anlatıyor size Tarık Dursun K. Yüreğiniz kalkmıyor mu? Elbette kalkıyor. (Anneannem “yüreğim oynadı” der.) Panik oluyorsunuz, utanıyorsunuz, iğreniyorsunuz. Doktor muayenesi bile anlatılıyor-ki doktor muayenesi öncesinde bir açıklama bile yapılmıyor Menekşe’ye. Tüm suçlular suçunu inkâr ediyor. Menekşe’nin babasının ise boynu bükük, kızını kaçırmışlar çadırdan, gül gibi kızını kül gibi bırakmışlar. Bindirmişler bir otobüse en sonunda Adapazarı’na tek başına yollamışlar, kız otobüsten inmek isteyince muavin de mani olunca ordaki bir subay durumu fark ediyor, Menekşe karakola gönderiliyor, sonra adını öğrenmeye çalışıyorlar. O sırada birisinin evinde kalıyor, o polis memurunun iki kızı var, sıcak rahat evlerinde çalışıyorlar, cebir öğreniyorlar. Menekşe 18 yaşında ama cebir nedir bilmiyor. Cebren neler yapılır bildiği kadar. 


Kitapta içime işleyen başka bir hikâye de savcının hikâyesi. Fahri Ergün, insan gibi bir insan, düğümü çözüyor. Ne yapıp edip bazı adamlar Menekşe’nin avukatını safdışı bırakıyor ama yürekli ve insaflı savcı Fahri Ergün olayı her yönünden inceleyerek, o 14 kişiyi suçlu buluyor. Kitabın sonunda bir oh çekiyorsunuz derken Tarık Dursun K, dur bakalım diyor, daha çekilecek çileler bitmedi. Aslında ne yalan söyleyeyim, verilen 7 senelik ceza nedir ki o kızın yaşadıkları yanında, ama o da olmasa diyor insan... Benim kafamda kalan soru hep bu: Bu adamlar kanundan mı korkuyor, devletten mi çekiniyor? Hapisten mi korkuyor? İnkâr ediyorlar. Bir insanı onulmaz bir biçimde incitmekten korkanı var mı ki aralarında?
Fahri Ergün’ün eşi tiyatrocu ve sinemacı, alay eder gibi güçlü adamlar onunla, eşinin çıplak afişlerini meydanlara asıyorlar. Ergün kimsenin yüzüne bakamaz oluyor... Eh küçük yer. Kadın üzerinden erkekler birbirlerinin güç ilişkilerini zedeliyor veya kuruyorlar. Aynı zamanda yine 70’lerde Ecevit’i savunanlara komünist deniyor. Çünkü Ecevit demiş bir kere “toprak işleyenin, su kullananın.” AP’yi destekleyenler ise kızıyorlar kimse yeterince Atatürkçü değil diye, komünizmin başı ezilmedi diye...
Güç ve insan ilişkilerini açık bir dille, çaresizliği dramatikleştirmeden ve acımasızlığı insanı kitaptan uzaklaştıracak kadar katmerlemeden, geri dönüşler, iç sesler, sade ve gerçekçi bir uslüp ile anlatmış Tarık Dursun K. Kendisinin bir sürü kitabı ve ödülü var: 1987 “Ömrüm, Ömrüm...” ile Türkiye İş Bankası Büyük Edebiyat Ödülü; “Ağaçlar gibi Ayakta” ile 1991 Yunus Nadi Yayımlanmış Roman Armağanı, “Hepsi Hikaye” ile Sedat Simavi Edebiyat Ödülü’nü kazanmış... Bunlar sadece birkaç tanesi.  



Kitap şöyle başlıyor:
Kara kışta ekin eken
Yaz ayında zulüm biçer
Alçaktan uçan güvercin
Şahan pençesine düşer...

Benim gibi “pencere önü çiçekleri” de hayatla hayali karıştırıp bunları en güzel biçimde sunan edebiyat üzerine ahkâm keser böyle işte...

0 yorum :

Yorum Gönder