Tarık Dursun K.’yı bu kitapla keşfettim ve Türkçeyi ne
kadar özlediğimi bir defa daha anladım. Kitabında sizi kolaylıkla mahkemedeki
gözlemcilerden birisi yapıyor, davayı anlatıyor, 14 kişi tarafından tecavüze
uğrayan M.Ç.’nin ağzından dinliyorsunuz hikâyeyi... Ve kızın içinden geçirip
söyleyemediklerini de görüyorsunuz. İnsanların nasıl insanlıktan çıkarak bir
kadına “mal” muamelesi yapabildiğini; taşrada, küçük kasabalarda özellikle de
güzelliği ile tanınan kızların isimlerinin ağızdan ağıza dolaştığını; bilhassa
güçsüz ve korunmasız ailelerden geliyorlarsa böyle bir duruma maruz kalmalarının
hiç de kaçınılmaz olmayacağını anlatıyor size Tarık Dursun K. Yüreğiniz
kalkmıyor mu? Elbette kalkıyor. (Anneannem “yüreğim oynadı” der.) Panik
oluyorsunuz, utanıyorsunuz, iğreniyorsunuz. Doktor muayenesi bile anlatılıyor-ki
doktor muayenesi öncesinde bir açıklama bile yapılmıyor Menekşe’ye. Tüm
suçlular suçunu inkâr ediyor. Menekşe’nin babasının ise boynu bükük, kızını
kaçırmışlar çadırdan, gül gibi kızını kül gibi bırakmışlar. Bindirmişler bir
otobüse en sonunda Adapazarı’na tek başına yollamışlar, kız otobüsten inmek
isteyince muavin de mani olunca ordaki bir subay durumu fark ediyor, Menekşe karakola
gönderiliyor, sonra adını öğrenmeye çalışıyorlar. O sırada birisinin evinde
kalıyor, o polis memurunun iki kızı var, sıcak rahat evlerinde çalışıyorlar,
cebir öğreniyorlar. Menekşe 18 yaşında ama cebir nedir bilmiyor. Cebren neler
yapılır bildiği kadar.
Kitapta içime işleyen başka bir hikâye de savcının hikâyesi.
Fahri Ergün, insan gibi bir insan, düğümü çözüyor. Ne yapıp edip bazı adamlar
Menekşe’nin avukatını safdışı bırakıyor ama yürekli ve insaflı savcı Fahri
Ergün olayı her yönünden inceleyerek, o 14 kişiyi suçlu buluyor. Kitabın
sonunda bir oh çekiyorsunuz derken Tarık Dursun K, dur bakalım diyor, daha
çekilecek çileler bitmedi. Aslında ne yalan söyleyeyim, verilen 7 senelik ceza
nedir ki o kızın yaşadıkları yanında, ama o da olmasa diyor insan... Benim
kafamda kalan soru hep bu: Bu adamlar kanundan mı korkuyor, devletten mi
çekiniyor? Hapisten mi korkuyor? İnkâr ediyorlar. Bir insanı onulmaz bir
biçimde incitmekten korkanı var mı ki aralarında?
Fahri Ergün’ün eşi tiyatrocu ve sinemacı, alay eder gibi
güçlü adamlar onunla, eşinin çıplak afişlerini meydanlara asıyorlar. Ergün
kimsenin yüzüne bakamaz oluyor... Eh küçük yer. Kadın üzerinden erkekler
birbirlerinin güç ilişkilerini zedeliyor veya kuruyorlar. Aynı zamanda yine
70’lerde Ecevit’i savunanlara komünist deniyor. Çünkü Ecevit demiş bir kere
“toprak işleyenin, su kullananın.” AP’yi destekleyenler ise kızıyorlar kimse
yeterince Atatürkçü değil diye, komünizmin başı ezilmedi diye...
Güç ve insan ilişkilerini açık bir dille, çaresizliği
dramatikleştirmeden ve acımasızlığı insanı kitaptan uzaklaştıracak kadar
katmerlemeden, geri dönüşler, iç sesler, sade ve gerçekçi bir uslüp ile
anlatmış Tarık Dursun K. Kendisinin bir sürü kitabı ve ödülü var: 1987 “Ömrüm,
Ömrüm...” ile Türkiye İş Bankası Büyük Edebiyat Ödülü; “Ağaçlar gibi Ayakta”
ile 1991 Yunus Nadi Yayımlanmış Roman Armağanı, “Hepsi Hikaye” ile Sedat Simavi
Edebiyat Ödülü’nü kazanmış... Bunlar sadece birkaç tanesi.
Kitap şöyle başlıyor:
Kara kışta ekin eken
Yaz ayında zulüm biçer
Alçaktan uçan güvercin
Şahan pençesine düşer...
Benim gibi “pencere önü çiçekleri” de hayatla hayali
karıştırıp bunları en güzel biçimde sunan edebiyat üzerine ahkâm keser böyle
işte...
0 yorum :
Yorum Gönder