23 Mart, 2014




"Gregor Samsa bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında, kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu."



Sanırım üstteki alıntının sonrasında kitapla ilgili bir özet vermeye gerek kalmıyor. Gregor Samsa, bir oğul, bir ağabey ve bir pazarlamacı. Bir sabah kendini, insanların görmeye dayanamadığı bir böceğe dönüşmüş olarak buluyor. 

Kafka'nın bu ölümsüz eserini okuduğumda daha liseye gitmiyordum. Orta okul sıralarında saçma sapan sınavlara hazırlanırken dershaneye "ben bir insanım ve sosyal ihtiyaçlarım var" şeklindeki 'kabul görmesi zor' bir nedenle gitmeyi reddettiğim zamanlarda okumuştum. O zamana kadar bu denli iştah ve şevkle okuduğum başkaca hiç bir roman olmamıştı. Kapağı kapatıp baktığımda ise hayatımın asla aynı olmayacağını biliyordum çünkü ben de bir Gregor Samsa adayı olduğumun bilincine varmıştım. 

Kafka'nın bu eseri üzerine çok yazılmış; akademik ya da kişisel bir sürü doküman ve metin bulmanız mümkün. Ben burada onları tekrar etmek istemiyorum ama onların değindiği noktaların dışında anlatılacak bir 'nokta' bulmak da çok güç. Bu nedenle sizden ricam bu yazıyı bir kitap incelemesi gibi değil de; bir dertleşme ya da bir deneme gibi okumanız.

Dönüşüm, çok vurucu ve net bir girişle başlar. İnsandan böceğe dönüşüm. Aslında gerçek dışıdır, bir insanın bir böceğe dönüşmesi ama siz hiç kendinizi böcek gibi hissetmediniz mi? Ben hissettim. Hatta son zamanlarda insan olduğumu hissettiğim zamanlar o denli az ki... Dönüşüm üzerine yapılan incelemelerde iktidara, ve yabancılaşmaya vurgu vardır. Kafka'nın kişisel yaşamından yola çıkarak babası ile olan sorunları üzerinden aktarılır bu vurgular. Ve elbette ki kapitalizm, yabancılaşma yaratması açısından es geçilmesi imkansız bir ögedir. Peki biz iktidar karşısında kendimizi nasıl görüyoruz? 

İktidar önce evde ailede başlıyor; her ne kadar samimi olduğu düşünülen bir ilişki biçimi olsa da aile bizim 'güç' karşısında, ilerleyen hayatımızda nasıl bir pozisyon alacağımızı öğretiyor. Bunu yaparken sadece korku unsurunu da kullanmıyor, duygularınızı da kullanıyor. Davranışlarınızı ona göre belirliyorsunuz. Sevdiğiniz insanları kırmamak için kendinden taviz veriyoruz, tekrar, tekrar, tekrar... Ta ki bu bir hayat biçimi olana dek. Sonra okul! İtaatin, belli bir kalıba girmenin askeri düzende öğretildiği mekan. "Sus, öğretmene cevap verilmez!", "Öğretmenden daha iyi mi bileceksin?", "İtiraz edersen notun düşer" tehditlerle iktidarın gücüne boyun eğmeyi öğreniyorsunuz. Hatta benim gibi siyaset bilimi okuyanlar bilirler, derste hocalar size 'demokrasi'den, 'fikir özgürlüğü'nden dem vururlar ama bir yandan da sınavda ya da derste onların 'doğru'larına ters bir fikri savunduğunuzda, sınıftan atılabilir, topluluk önünde rencide edilebilir ya da dersten kalabilirsiniz. Çünkü, bahsi geçen iktidar gücü onlardadır. Çalışma hayatı da bu üstte anlatılanlardan farklı değil. Bize "yap" denileni yapmak zorundayız, sorgulamaya ya da itiraz etmeye kalktığımızda bu kez  en iyi ihtimalle "zam alamamak", "terfi alamamak" ya da "kovulmak" ile tehdit ediliriz. İktidar bizi her an ve bizim her yanımızdan kuşatmıştır. Bedenimize karışır, cinsel tercihlerimize karışır, dilimize, dinimize, fikrimize, alanımıza, ahlakımıza, aklımıza, ruhumuza... Nefes almak neredeyse imkansızdır. Bunu fark ettiğimizde ise zaten bir böceğe dönüştüğümüzü görürüz. İktidar bizden, biz de artık kendimizden tiksinir hale gelmişizdir.

Gregor Samsa'nın görevi ailesine bakmak ve onların borçlarını ödemektir. Ama yaşadığı dönüşüm sonucu artık işe gidememektedir. Hatta ne acı ki, işe geç kalması nedeniyle onu denetlemeye müdürü eve gelir. Onun 'hasta' olduğuna inanmaz. Gregor yaşadığı dönüşümün tüm acılarına rağmen yine de işe gitmeyi düşünmektedir ve müdürüne durumu anlatabilmek için güçlükle odasının kapısını açar. Gördüğü manzara karşısında müdürü tek söz etmeden evi terk eder. Müdür Gregor'un halini anlamaya çalışmaz çünkü Gregor böceğe dönüşmeden önce de kendisi için bir şey ifade etmemektedir. Ama burada asıl sorun ailedir ya da sizi sevdiğini düşündüğünüz insanların verdiği tepkiler. Gregor'un ailesi onun bulunduğu durumdan ötürü korku ve tiksinti duymaktadır. Görmek istemezler onu. Kız kardeşi Grete başlarda Gregor'a karşı sevecendir; ona yemek getirir, odasını havalandırır ama sonraları o da uzaklaşır Gregor'dan. Evdeki herkes kısa bir süre içinde geçim derdine düşer; baba bir bankada çalışmaya başlar, anne evde dikiş diker, kız kardeş bir dükkanda çalışmaya başlamıştır. Ağırlaşan hayat koşulları ile birlikte Gregor onlar için artık daha büyük yük haline gelmiştir. Onun varlığını kimse istemez. Hatta Gregor'un en çok değer verdiği kız kardeşi Grete bile ondan vazgeçmiştir ve kurtulunması gerektiğini düşünmektedir. Bu acıya Gregor daha fazla dayanamaz ve ölür. Ölüsü evdeki hizmetçi kadın tarafından süpürülür ve kadın aileye "o şey"i nasıl çıkaracakları için endişe etmeye gerek kalmadığını, söyler.

Romandaki tüm yaşananlar gerçek dışı bir şekilde anlatılmıştır. Ama ben ne zaman bu kitabı elime alsam gerçekmiş hissiyle okurum. Kafka'nın bu eserinde derin bir mizah duygusunun olduğundan bahseden yazılar okudum, sonra kitabı tekrar bir gözden geçirdim ama derin bir acıdan başka bir duyguyla karşılaşamadım. Her okuyuşumda; kendime ve içinde yaşamak zorunda kaldığım bu saçma düzene karşı, ruhumda tarifsiz bir acı, çaresizlik hissi ve bu hislerin yarattığı bir öfke birikiyor. Derin bir ümitsizliğe kapılıyorum. Ben bir böceğim! Değersizim! Sistemin ihtiyaçlarını karşıladığım ölçüde işe yararım, hatta sevilirim çünkü sevilmem bile 'varlığım'dan değil 'yararım'dan geliyor. Gitgide kendime yabancılaşıyorum. Nesneleşiyorum. Sistemin dışına çıkmak da bu noktada kar etmiyor gibi çünkü benzerliklerimiz ne kadar azsa bir o kadar görünmez oluyoruz. Kabul görmek için benzeşmek durumundayız. İçiçe geçmiş aynalardaki yansımalar kadar eş olana dek benzeşmeli, kişisiliksizleşmeli, sanallaşmayız. Tüm bunların yanında da itaatkar olmalıyım! Bunları düşündükçe isyan etmek istiyorum, tıpkı orta okul sıralarında yaptığım gibi "ben bir insanım" demek istiyorum. Ama galiba sistem o kadar derinlerime nüfus etti ki artık, bunu yapmaya bile mecalim yok. Sadece üzülüyorum halime, halimize. 

Size bu pazar gününde eğlenceli, mutlu, umut veren bir yazı yazmak isterdim. Ama şu yaşadığımız günlerde bu pek mümkün değil. İktidarın karşısında böcek kadar bile  değerimiz yokken bırakın geleceği şu ana dair bile güzel bir şey yazamıyorum. Yine de Dönüşüm'ün bu günlerde okunması gereken bir kitap olduğunu hatırlatmadan yazımı bitirmek istemem. Okuyun ve okutun efendim, okumaktan kimseye zarar gelmez! 

2 yorum :

  1. Merhaba,
    Çok güzel bir yazı olmuş, elinize sağlık. Dönüşüm'ü ortaokulda ingilizce derslerimizden birinde okutmuşlardı. The Metamorphosis. O ergen, umarsız ve dangalak halimizle kitaptaki olaylara çok eğlendiğimizi hatırlıyorum. Geçen sene sanırım sizin de okuduğunuz Can Yayınları'ndan çıkan versiyonunu alıp okudum tekrar. Eskiden beri,bana bazı kitapları dönem dönem okumak gerekiyor gibi geliyor. Geçen sene Dönüşüm'ü okuduğumda tabi ki gülmedim. Beni en çok düşündüren - belki biraz da Samsa ile empati kurarak - çevreme ve aileme hayata karşı dik durmaya çalışarak verdiğim desteği veremez hale gelirsem ne olur düşüncesi sardı. Uzun uzun düşündüm. Birgün çevrem için yararsız hale gelirsem ne olur? Daha çok okuyup, daha çok düşünmek gerek, sevgiler

    YanıtlaSil
  2. Merhaba,

    Öncelikle yorum yazdığınız için çok teşekkürler.

    Haklısınız, sevdiklerimize destek olamaz hale gelmek beni de korkutan bir durum. Kendimi Samsa'nın yerine koyduğumda ben de benzer hisler içine giriyorum, "bana en çok ihtiyaç olunan anda ben bir şey yapamazsam" diye. Ama sonra Samsa'nın içinde bulunduğu o bunaltı ve kuşatılmıştılığı düşünüyorum, kendisi yok! Kendi varlığı için istediği, arzu ettiği hiç bir şey yok gibi geliyor. Ailesinin ondan adım adım ve tiksinerek uzaklaşması çok elim. Acaba insan sadece "o insan" olduğu için nereye kadar sevilebilir diye soruyorum kendime, cevabım belirsiz.
    sevgilerimle.

    YanıtlaSil