31 Mayıs, 2014

Carlos Fuentes’in dilini sevmiştim, Diana'yı ve Körlerin Şarkısı'nı okuduktan sonra...


Biraz feminist yönüm kabarınca, “sen nasıl olur da bir kadının özel hayatını bu kadar gözler önüne serersin?” diye hayıflanmıştım Diana'yı okuduktan sonra. Ama Sezar’ın hakkı Sezar’a... Fuentes gerçekten çok güzel bir edebi ve ebedi dili olan Meksikalı bir yazar. Uzun zamandır farkına varamadığım ve tadına varamadığım o güzel edebiyat zevkini bana yeniden yaşattı. Gerçekten de bu yüzden kendisine bir teşekkür borçluyum. Kendisi 2012 yılında vefat etmiş olmakla beraber bir sürü romana imza atmış, kısa hikayeleri ve filmlere uyarlanan kitapları var...
Fuentes bu kitabında renkli bir anlatımla İspanyolların 19.yy’da Latin Amerika’da yaşadıkları ve yaşattıkları hezimeti anlatır. Kolonilerden ellerini ayaklarını çekmek istemeyen İspanyollar iki güçle karşı karşıyadır: Kızılderililer ve devrimciler. Devrimciler Fransız yazarlarını ve düşünürlerini okuyarak büyümüşlerdir. Diderot, Voltaire ve Rousseau. Yazar sık sık Rousseau’ya atıfta bulunur.
Fakat siyahların yasaca eşit hale gelse de bu yasaların uygulanmayacağını anladığı zaman umutsuzluğa kapılır. Hani Rousseau eşitlik ve özgürlük demişti.
Hani biri olmadan biri olmazdı, hayal kırıklığına uğrar baş kahraman. Özgürlük olacak ama eşitlik olmayacak mı şimdi? diye sorar kendine.

"Meksika ve Peru'daki gibi maden bile yok. Bizde tek var olan şey sahtekarlık -deri, yün, tuzlu et, donyağı bol ama bunlar ancak Madrid'de saptanan kotalara göre pazarlanabilir, bu yüzden dışsatım bile Buenos Aires'te yasadışı bir işe dönüşüyor."

Özellikle de Baltasar’ın saf başına vurmuştur bu tutku. Bu devrim tutkusu aynı zamanda aşk tutkusuyla birleşir ve Baltasar’ın başını ağrıtır. Baltasar İspanyol soylularından güzel bir hatuna aşık olmuştur hem de sadece belini ve güzel poposunu gördükten sonra. Bir de sarı saçlarını tabii. Kokusunu bile duymamışken, güzel kokusuna atıf yapar romantik karakter... Bu İspanyol soylusunun daha yeni bir bebeği olmuştur. Fakat devrim öncüleri bu beyaz bebeği o zamanlar köle doğmak ve köle olmaktan başka şansı olmayan siyah bir bebekle değiştirirler. Bunu yapan aslında Baltasar’dır. Baltasar bu yaptığına bir yandan da pişman olur çünkü aşık olduğu kadının bebeği siyah bebeğin büyüdüğü şartlarda büyüyecektir ve o kadın bir anne olarak ağlamaktadır beşiğin başında ve Baltasar da bunu görür... O zaman işte bebeği annesine kavuşturmak her ne kadar yapmış oldukları bu devrimsel harekete karşıt olsa da onun için istenen bir sonuç olur.

Baltasar bir yandan Ofelia Salamanca’nın güzelliğinin hayaliyle baş edemeyedursun, babası onun rençperlik yahut çiftçilikle uğraşmasını istemektedir. Kızkardeşi onun olmadığı her şeyi temsil eder, hırçın, kızgın, katı Katolik, ev işlerini yapan ve sürekli şikayet eden, aile değerlerine bağlı vs. Kız kardeşi Sabrina’nın öfkesine hep sakinlikle karşılık verir ve ona der ki “Unutma ki her evde bir bencil bir de fedakar çocuk vardır. Sen babama bakacaksın.” Sabrina “ben de gitmek istiyorum, babamın bir sürü çocuğu var” diye karşılık verir ama ne fayda... Yazar burda başkahramanın kızkardeşine karşı yaptığı haksızlığı, bencil ve fedakar çocuk ikilemiyle biraz olsun aklar...

Baltasar gider Buenos Aires’teki cuntacılarla birlikte İspanyollara karşı hareket etmeye kalkışır. Ama siyasi ortam bir hayli karışmıştır.

"Baltasar Bustos Yukarı Peru'ya İspanya ile Bağımsızlık Dönemi arasındaki boşlukta varmıştı. İspanyol güçleri hemen yurtsever subayları kesmişlerdi, yurtseverler de kralcıları. Ama öç genişliyordu: Sömürge yönetimi kurşuna dizicilerle daha iyi adaylar öneriyordu- karargah levazım subayları, hapishane müdürleri, yargıçlar (sürekli ve gezici mahkemelerin), noterler, basit katipler, mahkeme edilmeden Potosi Alanında kurşuna diziliyordu." (s.71)

Gidip kızılderililere demeç vermesi gerekir, hemen onu atın üzerine bindirirler. "Eğer ata binmezsen sana güvenmezler, seni kaale almazlar" diye onu ikna ederler.



İşte o atın üstünde demeç verirken ve kızılderililerin bağlılığını isterken... cunta temsilcisinin karşısında kızılderililer eğilirler, o da atından iner ve onlarla yumuşak bir sesle konuşmaya başlar. O zamanki duygularından sonradan pişman olur, çünkü bir an olsun o da diğerlerinden farksız olarak onlara hükmetmenin tadının farkına varmış ve bu güçten sarhoş olmuştur, lakin bu konuşmadan çok kısa bir süre sonra hastalanır ve bekaretini de bu hülyalı ve hastalıklı gecelerinden birinde kaybeder. Halbuki bekaretini Salamanca için saklamaktadır. Tüh ne yazık, demez okur da yazar da bu sırada ama Baltasar saftoroz kafasından bir türlü vazgeçmez ve tüm kitap boyunca onun bu tatlı saflığı insanı hem eğlendirir hem de hikayeleri güzelleştirir. Kızılderililerden bir tanesi onu geleceğin şehrine götürür, Baltasar hayal gördüğünü zanneder... Hayallerle gerçeğin birbirine karıştığı kitaplar benim en sevdiğim kurgulardır ve bu yüzden olsa gerek Latin Amerika Edebiyatı'nın verdiği gönül bolluğunu hiçbir yerde bulmak mümkün değil.

Size kitabın sonrasını anlatamıyorum. Fakat şunu belirtmek istiyorum ki o zamanlar sömürgelerdeki kızılderililer maden işçisi olarak kullanılıyorlarmış, bunu bilmiyordum. Bunu da unutturmamak için yazıyorum:

"Mita bu ülkenin büyük gerçeği büyük lanetidir ta Kızılderilileri madenlerde zorla çalıştırma yetkisidir. Kızılderililerin pek çoğu aslında kaçar ve tarım işletmelerine sığınırlar, işletmelerin sahipleri mita sahipleriyle karşılaştırıldığında Françesko tarikatçıları gibi görünür." (s.78)




92. sayfasında kaldığımı 235 sayfalık bu kitabı okumayı ve bitirmeyi dört gözle bekliyorum... bitirir bitirmez geri kalan yorumlarımı anlatacağım. Fakat her şeyden önce gerçek bir edebiyat sever iseniz Fuentessiz olmaz diyor, yaşasın Latin Amerika Edebiyatı, bence Rus Edebiyatı ile yarışabilecek, İngiliz Edebiyatı ile boy ölçüşecek bir edebiyat varsa işte bu Marquez, Vargas Llosa, Allende ve de Fuentes’dir diyorum. Bir de Cortazar, diyorum. Başka da bir şey demiyorum. Çünkü Cortazar’ a hakim değilim.
Hepinize hayal gücü zengin bir haftasonu dilerim...

1 yorum :